End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
BM Genel Kurulu için New York'ta bulunan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, PBS Kanalı’ndan Amna Navaz’a röportaj verdi.
Haber bizim medyada “Erdoğan, PBS kanalına röportaj verdi” diye yer buldu. Yani haberin kendisi, Erdoğan’ın PBS kanalına röportaj vermiş olmasıydı.
Erdoğan ile sunucu arasındaki gerginlik röportajda en çok ilgi çeken detaydı. Erdoğan’ın gösterdiği tepki: “Azarladı” veya “haddini bildirdi” gibi iki farklı yaklaşımla değerlendirildi.
İlki tepkiyi hoş karşılamazken, ikincisi yüceltiyordu.
Erdoğan’ın “Sizi bu niye bu kadar ilgilendiriyor?” diye tepki gösterdiği soru şöyleydi: “Eski gazeteci Sedef Kabaş, tweetleriyle size hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı; aktivist Osman Kavala, nisan ayında müebbet hapis cezası aldı; muhalif siyasetçi Selahattin Demirtaş, 2016’dan beri cezaevinde. Sizi eleştirenler; bu kadar insanın tutuklanmasının onların susturulmasını istediğiniz, size tehdit yarattığını düşündüğünüz algısını yarattığını söylüyor. Bu insanların size tehdit oluşturduğunu düşünüyor musunuz?”
Erdoğan, tepkisinin ardından cevabını şöyle sürdürdü: “Türkiye bir hukuk devletidir. Hukuk devletinde bu tür kararları yargı verir. Eğer yargı bu yönde bir karar vermişse, o zaman yargının verdiği bu karara saygı duyalım. Ben yargı adına konuşacak durumda değilim. Bahsettiğiniz bu kişi (Kavala) protestoların finansörüydü."
Oysa sorulan soru hukuken değil, siyaseten bir soruydu. Yani Türkiye’nin hukuk sistemine, yargılamalara, mahkeme kararlarına yönelik bir iddia veya soru yoktu. “Bu durum size tehdit oluşturduğu için tutuklandıkları algısı yaratıyor. Bu insanlar size tehdit oluşturuyor mu?” diye soruyordu.
Böyle bir sorunun cevabı “Türkiye bir hukuk devletidir. Hukuk devletinde bu tür kararları yargı verir.” olmasa gerek.
Amna Nawaz başka sorular da sordu:
“Avrupa birliği hedefinden vaz geçebileceğinizi söylediniz, vaz geçmeye hazır mısınız?”
“Temmuz ayında AB’ye şunu önerdiniz: İsveç’i NATO’da görmek istiyorsanız, Türkiye AB’ye kabul edilmeli. Bu iki konuyu bağlantılı görüyor musunuz?”
“Türkiye’ye F16’ların satılması İsveç’in NATO’ya katılmasıyla bağlantılı mı?”
Amna Navaz bütün bu sorularla… keyfinden ilgilendiğini sanmıyorum.
Yani akşam barda bira içerken veya hafta sonu piknik yaparken arkadaşlarına “Biliyor musunuz, Türkiye İsveç’in NATO’ya girişini destekleyecekmiş. Kesin bilgi, içerden haber aldım.” demek için bu soruları sormuyordur.
Gazeteci olduğu için soruyordur. Yani ben öyle düşünüyorum.
***
Röportajda Erdoğan soru üzerine AB üyeliğinden vazgeçebileceğimizi söyledi.
Bir iki gün önce ABD ziyareti öncesi havaalanında "Avrupa Birliği Türkiye'den kopmanın gayreti içerisinde. Gerekirse Avrupa Birliği ile yolları ayırabiliriz" demişti.
Ama röportajdan sonra “13. Concordia Yıllık Zirvesi"nde soruları yanıtlarken:
"İçinde bulunduğumuz kritik dönemde Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden canlandırılması için bir fırsat penceresi açıldığını görüyoruz." ifadelerini kullandı.
Amna Nawaz, konuyu kişisel algılayıp röportaj akşamı barda arkadaşlarına “Benden duymuş olmayın ama kesin bilgi, içerden aldım: Türkiye Avrupa birliğiyle yollarını ayırıyor.” demiş olsaydı, Concordia Yıllık Zirvesinde gelen açıklamayı arkadaşlarına izah edemezdi.
Yani sorularını keyfinden değil de, gazeteci olarak sorması, profesyonelce bir yaklaşım.
***
Röportajda benim çözümleyemediğim karmaşık bir konu var:
Türkiye’nin; İsveç’in NATO’ya alınması için Türkiye’nin AB’ye alınması talebi var. ABD’nin; Türkiye’ye F16 satışı için, İsveç’in NATO’ya katılmasına destek talebi var. Amna Navaz, ayrı ayrı sorularda her ikisi durum için “Bu iki konu birbiriyle bağlantılı mı?” diye soruyor.
Erdoğan her ikisine de “Bu iki konunun birbiriyle bağlantılı olmadığını düşünüyorum.” Diyor.
Ama İsveç’in NATO üyeliği ne onay için taleplerimizde ısrar ederken, ABD’nin F16’lar için taleplerine itiraz ediyor.
***
Röportajın son sorusu: Erdoğan’ın Amerikan halkına mesajı.
Erdoğan bu soruya “Amerikan halkının Türkiye'yi takip ettiğini düşünüyorum. Ve sağlıklı haber ve haber ürettiğiniz sürece Amerikan halkının kendilerine akan bu sağlıklı bilgiye erişebileceğini düşünüyorum” diye cevap veriyor. Bence gollük bir pası boşa harcıyor.
ABD ziyareti kapsamında reklam ve PR çalışmaları yapılıyor. Sokaklarda billboardlar dolaşıyor. Manhattan’ın en işlek caddelerinde “Invest in Turkiye (Türkiye’ye yatırım yap) ” reklamları veriliyor. Oldukça maliyetli.
Halbuki Amerikan halkına mesajı sorulduğunda uzun uzun konuşup, fırsatı heba edeceğine Sadece “Invest in Turkiye!” deseydi bütün o pahalı reklam harcamalarından daha etkili reklam yapmış olurdu.
Hem böylece röportaj boyunca kullandığı İngilizce ifadeler “Thank you!” ile sınırlı kalmaz, iki katına çıkardı.
“Invest in Turkiye” telaffuz olarak da kolay. Türkçe gibi okununca oluyor.
Haber bizim medyada “Erdoğan, PBS kanalına röportaj verdi” diye yer buldu. Yani haberin kendisi, Erdoğan’ın PBS kanalına röportaj vermiş olmasıydı.
Erdoğan ile sunucu arasındaki gerginlik röportajda en çok ilgi çeken detaydı. Erdoğan’ın gösterdiği tepki: “Azarladı” veya “haddini bildirdi” gibi iki farklı yaklaşımla değerlendirildi.
İlki tepkiyi hoş karşılamazken, ikincisi yüceltiyordu.
Erdoğan’ın “Sizi bu niye bu kadar ilgilendiriyor?” diye tepki gösterdiği soru şöyleydi: “Eski gazeteci Sedef Kabaş, tweetleriyle size hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı; aktivist Osman Kavala, nisan ayında müebbet hapis cezası aldı; muhalif siyasetçi Selahattin Demirtaş, 2016’dan beri cezaevinde. Sizi eleştirenler; bu kadar insanın tutuklanmasının onların susturulmasını istediğiniz, size tehdit yarattığını düşündüğünüz algısını yarattığını söylüyor. Bu insanların size tehdit oluşturduğunu düşünüyor musunuz?”
Erdoğan, tepkisinin ardından cevabını şöyle sürdürdü: “Türkiye bir hukuk devletidir. Hukuk devletinde bu tür kararları yargı verir. Eğer yargı bu yönde bir karar vermişse, o zaman yargının verdiği bu karara saygı duyalım. Ben yargı adına konuşacak durumda değilim. Bahsettiğiniz bu kişi (Kavala) protestoların finansörüydü."
Oysa sorulan soru hukuken değil, siyaseten bir soruydu. Yani Türkiye’nin hukuk sistemine, yargılamalara, mahkeme kararlarına yönelik bir iddia veya soru yoktu. “Bu durum size tehdit oluşturduğu için tutuklandıkları algısı yaratıyor. Bu insanlar size tehdit oluşturuyor mu?” diye soruyordu.
Böyle bir sorunun cevabı “Türkiye bir hukuk devletidir. Hukuk devletinde bu tür kararları yargı verir.” olmasa gerek.
Amna Nawaz başka sorular da sordu:
“Avrupa birliği hedefinden vaz geçebileceğinizi söylediniz, vaz geçmeye hazır mısınız?”
“Temmuz ayında AB’ye şunu önerdiniz: İsveç’i NATO’da görmek istiyorsanız, Türkiye AB’ye kabul edilmeli. Bu iki konuyu bağlantılı görüyor musunuz?”
“Türkiye’ye F16’ların satılması İsveç’in NATO’ya katılmasıyla bağlantılı mı?”
Amna Navaz bütün bu sorularla… keyfinden ilgilendiğini sanmıyorum.
Yani akşam barda bira içerken veya hafta sonu piknik yaparken arkadaşlarına “Biliyor musunuz, Türkiye İsveç’in NATO’ya girişini destekleyecekmiş. Kesin bilgi, içerden haber aldım.” demek için bu soruları sormuyordur.
Gazeteci olduğu için soruyordur. Yani ben öyle düşünüyorum.
***
Röportajda Erdoğan soru üzerine AB üyeliğinden vazgeçebileceğimizi söyledi.
Bir iki gün önce ABD ziyareti öncesi havaalanında "Avrupa Birliği Türkiye'den kopmanın gayreti içerisinde. Gerekirse Avrupa Birliği ile yolları ayırabiliriz" demişti.
Ama röportajdan sonra “13. Concordia Yıllık Zirvesi"nde soruları yanıtlarken:
"İçinde bulunduğumuz kritik dönemde Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden canlandırılması için bir fırsat penceresi açıldığını görüyoruz." ifadelerini kullandı.
Amna Nawaz, konuyu kişisel algılayıp röportaj akşamı barda arkadaşlarına “Benden duymuş olmayın ama kesin bilgi, içerden aldım: Türkiye Avrupa birliğiyle yollarını ayırıyor.” demiş olsaydı, Concordia Yıllık Zirvesinde gelen açıklamayı arkadaşlarına izah edemezdi.
Yani sorularını keyfinden değil de, gazeteci olarak sorması, profesyonelce bir yaklaşım.
***
Röportajda benim çözümleyemediğim karmaşık bir konu var:
Türkiye’nin; İsveç’in NATO’ya alınması için Türkiye’nin AB’ye alınması talebi var. ABD’nin; Türkiye’ye F16 satışı için, İsveç’in NATO’ya katılmasına destek talebi var. Amna Navaz, ayrı ayrı sorularda her ikisi durum için “Bu iki konu birbiriyle bağlantılı mı?” diye soruyor.
Erdoğan her ikisine de “Bu iki konunun birbiriyle bağlantılı olmadığını düşünüyorum.” Diyor.
Ama İsveç’in NATO üyeliği ne onay için taleplerimizde ısrar ederken, ABD’nin F16’lar için taleplerine itiraz ediyor.
***
Röportajın son sorusu: Erdoğan’ın Amerikan halkına mesajı.
Erdoğan bu soruya “Amerikan halkının Türkiye'yi takip ettiğini düşünüyorum. Ve sağlıklı haber ve haber ürettiğiniz sürece Amerikan halkının kendilerine akan bu sağlıklı bilgiye erişebileceğini düşünüyorum” diye cevap veriyor. Bence gollük bir pası boşa harcıyor.
ABD ziyareti kapsamında reklam ve PR çalışmaları yapılıyor. Sokaklarda billboardlar dolaşıyor. Manhattan’ın en işlek caddelerinde “Invest in Turkiye (Türkiye’ye yatırım yap) ” reklamları veriliyor. Oldukça maliyetli.
Halbuki Amerikan halkına mesajı sorulduğunda uzun uzun konuşup, fırsatı heba edeceğine Sadece “Invest in Turkiye!” deseydi bütün o pahalı reklam harcamalarından daha etkili reklam yapmış olurdu.
Hem böylece röportaj boyunca kullandığı İngilizce ifadeler “Thank you!” ile sınırlı kalmaz, iki katına çıkardı.
“Invest in Turkiye” telaffuz olarak da kolay. Türkçe gibi okununca oluyor.