End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
Anna Karamanou Yunanistan’ın tanınmış fikir önderlerinden. Onunla 1995 yılında, Türkiye’yle Yunanistan arasında yakınlaşma, dostluk ve barış girişimlerini başlattığımız dönemde tanıştım. Anna o sırada Yunanistan’da iktidarda olan sosyalist PASOK Partisi milletvekiliydi. 2000’li yılların başında Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grubu parlamenteri seçildi; parlamentonun Cinsiyet Eşitliği Komisyonu Başkanlığını yaptı. Daha sonra Atina Üniversitesi’nden siyaset bilimi doktorasını aldı. Bugünlerde kitap yazıyor, önde gelen Yunan gazetelerinde makaleleri yayınlanıyor. “Türkiye’nin 100 Yılı” isimli kitabı önümüzdeki Eylül ayında kitapçıların raflarında yerini alacak.
Anna Karamanou bizim 14 Mayıs seçimlerinden bir gün önce bana Türkiye’de değişimin gerekliliğini vurguladığı ve Millet İttifakı’yla dayanışma içinde olduğu mesajını verdiği bir yazı gönderdi. Hani bizde, içlerindeki zenofobinin dışa vurumu olan “dış güçler bizi kıskanıyor, ülkemizi karıştırmak istiyor,” söylemini tutturanlar var ya. Belki Anna’nın bu yazısını okuyup biraz utanırlar. “2023’ün En Önemli Seçimi” başlıklı yazıyı buyurun okuyun:
“Küresel toplum bizim (Yunanistan) 21 Mayıs’ta yapılacak seçimlerimizden çok Türkiye’deki seçimlerle ilgileniyor. Bunun pek çok nedeni var. Siyaset dünyası ve uluslararası kamuoyu, The Economist dergisine göre 2023’ün en önemli siyaset yarışması olan Türkiye seçimleri sonuçlarını ilgi ve kaygıyla izliyor. The Economist kapak sayfasından anons ettiği yazısında ‘demokrasiyi kurtarın’, ‘Erdoğan gitmeli’ sloganlarını kullandı. Yazının bir başka cümlesi de şöyle:’Bir beş yıllık daha Erdoğanismo ülkeyi daha da otoriterleştirecek.’
“Seçimlerin sonuçlarının bedeli sadece Türk halkı için yüksek olmayacak. 22 yıllık bir süre çok uzun. Yunanistan Erdoğan’ın emperyal- Batı karşıtı jeopolitik planlarının etkilerini çok yakından yaşadı.Öte yandan pek çok kişi de Putin gibi otoriter, mutlakiyetçi, sert adam tavırlı liderlere hayranlık duyuyor. Ne yazık ki bu eğilim günümüzde yaygınlaşıyor.
“Türkiye, kuvvetler ayrılığı ilkesinin yok edildiği, kuvvetlerin tek bir adam yani Erdoğan’da toplandığı anti-demokratik bir rejim tarafından yönetiliyor. Hayata imam olarak başlayıp Makyavelist bir yöneticiye dönüştü. Polisler, savcılar ve hakimler muhalif politikacılar, gazeteciler, hekimler, sanatçılar, öğretmenler, avukatlar, feministler ve öğrencilere baskı uygulayıp nefes aldırmıyor. AKP’nin pek çok siyasetçisi hakkında skandallar ortalığa saçılmasına rağmen hiç bir yargıç onlar hakkında dava açma cesaretini gösteremiyor. Erdoğan'ın kontrolu altındaki şebekeler o kadar güçlü ki bunların her şeyı yapabilecek güçte oldukları korkusu bütün gerçekliğiyle ortada duruyor. Erdoğan’ın aşırı milliyetçi ortağı Devlet Bahçeli şunları söyleyebildi:
’14 Mayıs’ta CHP ve yandaşlarını acı bir son beklemektedir. Bu hainler ya müebbede mahkum olacaklar ya da bedenlerine kurşun yiyeceklerdir.’
Erdoğan da seçim propaganda mitinglerinde ‘bunları 14 Mayıs’ta gömeceğiz’ diyebilmiştir.
“Seçim tarihi de tesadüfi seçilmiş değildir. 14 Mayıs Erdoğan içim önemli bir semboldür . Bu tarih onun korkuları,standartları ve değerlerini yansıtmaktadır. 14 Mayıs 1950’de Türkiye’de ilk serbest seçimler yapılmış ve Adnan Menderes’in Demokrat Partisi’nin zaferiyle sonuçlanmıştı. Seçimlerden sonra Demokrat Parti iktidarı Türkiye sahnesine İslam’ı taşımıştır. Menderes iktidarı otoriterdi, yolsuzluklar ayyuka çıkmıştı, muhalifleri üstünde baskılar uygulanmıştı; basın tamamıyla iktidarın kontrolu altındaydı. Bunlar yetmezmiş gibi 6-7 Eylül 1955’te İstanbullu Rumlar’a pogrom uygulanmıştı.
“Menderes daha sonra bir askeri darbeyle devrildi ve 17 Eylül 1961’de asılarak idam edildi. Erdoğan, iktidarı kaybederse başına benzer bir olayın gelmesinden çok korkuyor.
“Öte yandan altı siyasi partiden oluşan muhalefet ise yumuşak bir söylemi benimsedi. Erzurum’da Ülkücülerin Ekrem İmamoğlu’na yaptıkları gibi muhaliflerinin üstüne taş atmak yerine güllerle yaklaşıyorlar. Cumhurbaşkanlığında Erdoğan’ın rakibi olan Kemal Kılıçdaroğlu parlamenter demokratik sisteme dönmeyi, Avrupa’yla ilişkileri normalleştirmeyi ve bütün komşularıyla barışçı bağlar sürdürmeyi vaad ediyor. Ben Kılıçdaroğlu’yla Sosyalist Enternasyonal, Avrupa Sosyalist Partisi ve Avrupa Parlamentosu toplantılarında defalarca karşılaştım. Son derece makul bir siyasetçi olduğunu biliyorum. Diyaloga önem verir, Avrupa değerlerine, uluslararası hukuka, 1930’da Ankara’da Atatürk ve Venizelos tarafından imzalanan Barış ve Dostluk Paktı’na önem verir.
“Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’nin bundan sonraki Cumhurbaşkanı olmasını diliyorum. İnşallah (Bunu Türkçe yazdı). Seçimlerden sonra ülkelerimizin hükümetlerinin aralarındaki anlamlı diyalogu canlandırmaları ve kimseye yararı olmayacak (zero sum games) oyunlardan uzak durmaları şarttır. İki ülke aralarındaki anlaşmazlıkları uluslararası hukuku temel alarak, iyi komşuluk, barış ve karşılıklı anlayış havası içinde çözmelidirler.
“1979’da Ülkücüler tarafından katledilen ünlü Türk gazeteci Abdi İpekçi anısına kurulan ikili dostluk ve barış komitesinin mesajı her zaman için geçerlidir. O mesaj şudur: Türkiye ve Yunanistan halkları arasında dostluk ve işbirliği ilişkilerinin yeniden ve ivedilikle kurulması hayati önemi haizdir. Gönül dilimizi, mantığımızı, sanatımızı, bilimimizi kullanarak birbirimizi tanıyacak ve barışı halklarımızın davası haline getireceğiz. “
Anna Karamanou yazısını bu kadar güzel dostluk ve barış cümleleriyle noktalamış. Bir daha söylüyorum. Dış güçleri düşman gibi gösterip bunun da üstünden oy devşirmeye kalkan gafiller, acaba bu yazılanları okuduklarında en ufak bir utanç duyacaklar mı? Duyacaklarını sanmıyorum. Çünkü onlarda ne vicdan ne de duygu kalmış!
Anna Karamanou bizim 14 Mayıs seçimlerinden bir gün önce bana Türkiye’de değişimin gerekliliğini vurguladığı ve Millet İttifakı’yla dayanışma içinde olduğu mesajını verdiği bir yazı gönderdi. Hani bizde, içlerindeki zenofobinin dışa vurumu olan “dış güçler bizi kıskanıyor, ülkemizi karıştırmak istiyor,” söylemini tutturanlar var ya. Belki Anna’nın bu yazısını okuyup biraz utanırlar. “2023’ün En Önemli Seçimi” başlıklı yazıyı buyurun okuyun:
“Küresel toplum bizim (Yunanistan) 21 Mayıs’ta yapılacak seçimlerimizden çok Türkiye’deki seçimlerle ilgileniyor. Bunun pek çok nedeni var. Siyaset dünyası ve uluslararası kamuoyu, The Economist dergisine göre 2023’ün en önemli siyaset yarışması olan Türkiye seçimleri sonuçlarını ilgi ve kaygıyla izliyor. The Economist kapak sayfasından anons ettiği yazısında ‘demokrasiyi kurtarın’, ‘Erdoğan gitmeli’ sloganlarını kullandı. Yazının bir başka cümlesi de şöyle:’Bir beş yıllık daha Erdoğanismo ülkeyi daha da otoriterleştirecek.’
“Seçimlerin sonuçlarının bedeli sadece Türk halkı için yüksek olmayacak. 22 yıllık bir süre çok uzun. Yunanistan Erdoğan’ın emperyal- Batı karşıtı jeopolitik planlarının etkilerini çok yakından yaşadı.Öte yandan pek çok kişi de Putin gibi otoriter, mutlakiyetçi, sert adam tavırlı liderlere hayranlık duyuyor. Ne yazık ki bu eğilim günümüzde yaygınlaşıyor.
“Türkiye, kuvvetler ayrılığı ilkesinin yok edildiği, kuvvetlerin tek bir adam yani Erdoğan’da toplandığı anti-demokratik bir rejim tarafından yönetiliyor. Hayata imam olarak başlayıp Makyavelist bir yöneticiye dönüştü. Polisler, savcılar ve hakimler muhalif politikacılar, gazeteciler, hekimler, sanatçılar, öğretmenler, avukatlar, feministler ve öğrencilere baskı uygulayıp nefes aldırmıyor. AKP’nin pek çok siyasetçisi hakkında skandallar ortalığa saçılmasına rağmen hiç bir yargıç onlar hakkında dava açma cesaretini gösteremiyor. Erdoğan'ın kontrolu altındaki şebekeler o kadar güçlü ki bunların her şeyı yapabilecek güçte oldukları korkusu bütün gerçekliğiyle ortada duruyor. Erdoğan’ın aşırı milliyetçi ortağı Devlet Bahçeli şunları söyleyebildi:
’14 Mayıs’ta CHP ve yandaşlarını acı bir son beklemektedir. Bu hainler ya müebbede mahkum olacaklar ya da bedenlerine kurşun yiyeceklerdir.’
Erdoğan da seçim propaganda mitinglerinde ‘bunları 14 Mayıs’ta gömeceğiz’ diyebilmiştir.
“Seçim tarihi de tesadüfi seçilmiş değildir. 14 Mayıs Erdoğan içim önemli bir semboldür . Bu tarih onun korkuları,standartları ve değerlerini yansıtmaktadır. 14 Mayıs 1950’de Türkiye’de ilk serbest seçimler yapılmış ve Adnan Menderes’in Demokrat Partisi’nin zaferiyle sonuçlanmıştı. Seçimlerden sonra Demokrat Parti iktidarı Türkiye sahnesine İslam’ı taşımıştır. Menderes iktidarı otoriterdi, yolsuzluklar ayyuka çıkmıştı, muhalifleri üstünde baskılar uygulanmıştı; basın tamamıyla iktidarın kontrolu altındaydı. Bunlar yetmezmiş gibi 6-7 Eylül 1955’te İstanbullu Rumlar’a pogrom uygulanmıştı.
“Menderes daha sonra bir askeri darbeyle devrildi ve 17 Eylül 1961’de asılarak idam edildi. Erdoğan, iktidarı kaybederse başına benzer bir olayın gelmesinden çok korkuyor.
“Öte yandan altı siyasi partiden oluşan muhalefet ise yumuşak bir söylemi benimsedi. Erzurum’da Ülkücülerin Ekrem İmamoğlu’na yaptıkları gibi muhaliflerinin üstüne taş atmak yerine güllerle yaklaşıyorlar. Cumhurbaşkanlığında Erdoğan’ın rakibi olan Kemal Kılıçdaroğlu parlamenter demokratik sisteme dönmeyi, Avrupa’yla ilişkileri normalleştirmeyi ve bütün komşularıyla barışçı bağlar sürdürmeyi vaad ediyor. Ben Kılıçdaroğlu’yla Sosyalist Enternasyonal, Avrupa Sosyalist Partisi ve Avrupa Parlamentosu toplantılarında defalarca karşılaştım. Son derece makul bir siyasetçi olduğunu biliyorum. Diyaloga önem verir, Avrupa değerlerine, uluslararası hukuka, 1930’da Ankara’da Atatürk ve Venizelos tarafından imzalanan Barış ve Dostluk Paktı’na önem verir.
“Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’nin bundan sonraki Cumhurbaşkanı olmasını diliyorum. İnşallah (Bunu Türkçe yazdı). Seçimlerden sonra ülkelerimizin hükümetlerinin aralarındaki anlamlı diyalogu canlandırmaları ve kimseye yararı olmayacak (zero sum games) oyunlardan uzak durmaları şarttır. İki ülke aralarındaki anlaşmazlıkları uluslararası hukuku temel alarak, iyi komşuluk, barış ve karşılıklı anlayış havası içinde çözmelidirler.
“1979’da Ülkücüler tarafından katledilen ünlü Türk gazeteci Abdi İpekçi anısına kurulan ikili dostluk ve barış komitesinin mesajı her zaman için geçerlidir. O mesaj şudur: Türkiye ve Yunanistan halkları arasında dostluk ve işbirliği ilişkilerinin yeniden ve ivedilikle kurulması hayati önemi haizdir. Gönül dilimizi, mantığımızı, sanatımızı, bilimimizi kullanarak birbirimizi tanıyacak ve barışı halklarımızın davası haline getireceğiz. “
Anna Karamanou yazısını bu kadar güzel dostluk ve barış cümleleriyle noktalamış. Bir daha söylüyorum. Dış güçleri düşman gibi gösterip bunun da üstünden oy devşirmeye kalkan gafiller, acaba bu yazılanları okuduklarında en ufak bir utanç duyacaklar mı? Duyacaklarını sanmıyorum. Çünkü onlarda ne vicdan ne de duygu kalmış!