End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
Görüyordu. Gözlerini sımsıkı yummasına rağmen, yangını görüyordu. Koltukta doğruldu. Bir uzo daha doldurup, bir dikişte içti. Yeniden koltuğa yaslanıp gözlerini kapattı ve yine o korkunç alevleri görmeye başladı.
İzmir yanıyordu. Tüm şehir alevler içindeydi ve o hepsini görüyordu. Ahşap evleri yalayıp yutan alevden dilleri görüyordu. Alevlerin dans ettiğini görüyordu. Şehir yanıyordu ve yangın artık kükreyen ağzıyla şehri yutan, ateş ve deniz arasına sıkıştıran, karnı aç bir canavar gibiydi.
Gözlerini sımsıkı yummuş olmasına rağmen yangını görüyordu. Rıhtımdan bilemedin yarım kilometre uzakta demirlemiş bulunan Fransız ve İngiliz gemilerindeki subayların yanan insanlara olan ilgisizliklerini görüyordu. Onların akşam yemeği için süslü üniformalar giydiklerini ve cayır cayır yanmakta olan insanların inlemelerini duymamak için müziğin sesini biraz daha açtırdıklarını da görüyordu.
Görüyordu. Kapkara bir dumanla kaplanmış, kıpkırmızı alevden sütunların binlerce kıvılcım eşliğinde gökyüzüne yükseldiği şehri, kendi şehrini görüyordu. Konak’taki sütunlu Saat Kulesi’nin bulunduğu meydan, Kokaryalı ve daha öteler hep alevler içindeydi. Görüyordu. ‘Vurla’nın at arabası yolunu, yolun hemen yanındaki Aziz Yorgos çiftliğini, eski kaleyi, bir zamanlar hep birlikte pikniğe gittikleri çardakları, Sivrisaryon’u görüyordu.
Apansız esmeye başlamış bir poyraz altında şimdi daha da azgınlaşmış alevlerin yarattığı kıpkızıl bir perde arkasında eğilip bükülen, tuhaf ve korkunç figürler yaparak dalgalanan şehri görüyordu.
Bunlardan sonra ne göreceğini çok iyi bildiği için gözlerini açtı ve koltuktan kalktı. Pencereye yaklaştı. Şehrin her yanından görülen çelik kuleyi, sarayları, saray bahçelerini, köpüklü bir su halinde akıp giden nehri ve onun üzerindeki köprüleri inceledi. Bu şehre bakınca, o ateşler içindeki öteki şehri görmekten kurtulabileceğini umdu.
Olmadı. Alevler içindeki şehri yine gördü. Sonra da görmemek için direndiği o ev dikildi karşısına. İki katlı, kırma çatısı kiremitle örtülü, kabaca yontulmuş taşlardan yapılmış sade bir ev.
Bu ev kendi evleri. İçinde doğup büyüdüğü, bahçesindeki zeytin ağaçlarına tırmandığı, babasının taş girişte ay ışığında uzo içip ut çaldığı, her odasına, merdivenlerine, sofalarına adaçayı, kekik ve biberiye kokularının sindiği, dış duvarlarında annesinin sakız, vişne ve gül reçeli yaparken yaktığı odun ateşinin izlerinin bulunduğu kendi evleri.
Koltuğa çöktü. Alevlerin cehennemi andıran kızıl alevlerle harlattığı bu karabasanın bir an önce bitmesi için dua etmeye başladı. Nobel ödüllü Yunan şair Giorgos ya da daha bilinen adıyla Yorgo Seferis, 13 Eylül 1922’de meydana gelen ve Paris’teyken haber aldığı büyük İzmir yangını için işte buna benzer şeyler düşündü…
Yazar Figen Koşar’ın “Vourla – Öteki Kıyı” adlı kitabını okurken, bir yandan da Seferis’in o anda neler hissetmiş olabileceğini canlandırmaya çalışıyorum kafamda. Seferis yangını çok iyi biliyordu çünkü kendisi de bir İzmirliydi ve büyük yangından kısa sayılabilecek bir süre önce, İzmir Urla’da bulunan evinden ayrılmış ve Atina’ya gitmişti.
Figen Koşar’ın kitapta büyük bir ustalıkla anlattığı olaylar dizisinde, Seferis’in torunu Eleni başrolde. Atina’dan Urla’ya bir kazı grubunda görev almak üzere gelen Eleni, atalarından kalan yarım bir öyküyü tamamlamak için yola çıktığından habersiz. Büyükbabası Seferis’in bir zamanlar yaşadığı topraklara, Vourla’ya ayak bastığında, o güne kadar pek de farkında olmadığı “kökleri” onu sımsıkı sarıyor.
Emanet bir sandık, gizemli mektuplar, anlam veremediği kabuslar, “Öteki Kıyı”nın acı, buruk ve yarım kalmış öyküsü…
Figen Koşar, mübadele yıllarından bugüne dayanan bir öyküyü anlatırken, sadece o döneme ilişkin bilgiler vermekle kalmıyor; Ege’de yıllarca bir arada yaşamış Türkler ve Rumların toplumsal yaşamlarını da gözler önüne seriyor. Ege’nin iki kıyısı arasındaki bağı, başarılı bir roman kurgusuyla aktarmanın yanı sıra, yakın geçmişle ilgili coğrafi, tarihi ve edebi bilgi birikimini de ortaya koyuyor.
“Kimi ayak uyduramamış, rüzgarın hızına kapılmış gitmiş, kimi de bu topraklara inatla tırnaklarını geçirmiş, direnmiş ve rüzgarla dost olmayı öğrenmiş” insanların öyküsü “Vourla – Öteki Kıyı” kitabı
İzmir yanıyordu. Tüm şehir alevler içindeydi ve o hepsini görüyordu. Ahşap evleri yalayıp yutan alevden dilleri görüyordu. Alevlerin dans ettiğini görüyordu. Şehir yanıyordu ve yangın artık kükreyen ağzıyla şehri yutan, ateş ve deniz arasına sıkıştıran, karnı aç bir canavar gibiydi.
Gözlerini sımsıkı yummuş olmasına rağmen yangını görüyordu. Rıhtımdan bilemedin yarım kilometre uzakta demirlemiş bulunan Fransız ve İngiliz gemilerindeki subayların yanan insanlara olan ilgisizliklerini görüyordu. Onların akşam yemeği için süslü üniformalar giydiklerini ve cayır cayır yanmakta olan insanların inlemelerini duymamak için müziğin sesini biraz daha açtırdıklarını da görüyordu.
Görüyordu. Kapkara bir dumanla kaplanmış, kıpkırmızı alevden sütunların binlerce kıvılcım eşliğinde gökyüzüne yükseldiği şehri, kendi şehrini görüyordu. Konak’taki sütunlu Saat Kulesi’nin bulunduğu meydan, Kokaryalı ve daha öteler hep alevler içindeydi. Görüyordu. ‘Vurla’nın at arabası yolunu, yolun hemen yanındaki Aziz Yorgos çiftliğini, eski kaleyi, bir zamanlar hep birlikte pikniğe gittikleri çardakları, Sivrisaryon’u görüyordu.
Apansız esmeye başlamış bir poyraz altında şimdi daha da azgınlaşmış alevlerin yarattığı kıpkızıl bir perde arkasında eğilip bükülen, tuhaf ve korkunç figürler yaparak dalgalanan şehri görüyordu.
Bunlardan sonra ne göreceğini çok iyi bildiği için gözlerini açtı ve koltuktan kalktı. Pencereye yaklaştı. Şehrin her yanından görülen çelik kuleyi, sarayları, saray bahçelerini, köpüklü bir su halinde akıp giden nehri ve onun üzerindeki köprüleri inceledi. Bu şehre bakınca, o ateşler içindeki öteki şehri görmekten kurtulabileceğini umdu.
Olmadı. Alevler içindeki şehri yine gördü. Sonra da görmemek için direndiği o ev dikildi karşısına. İki katlı, kırma çatısı kiremitle örtülü, kabaca yontulmuş taşlardan yapılmış sade bir ev.
Bu ev kendi evleri. İçinde doğup büyüdüğü, bahçesindeki zeytin ağaçlarına tırmandığı, babasının taş girişte ay ışığında uzo içip ut çaldığı, her odasına, merdivenlerine, sofalarına adaçayı, kekik ve biberiye kokularının sindiği, dış duvarlarında annesinin sakız, vişne ve gül reçeli yaparken yaktığı odun ateşinin izlerinin bulunduğu kendi evleri.
Koltuğa çöktü. Alevlerin cehennemi andıran kızıl alevlerle harlattığı bu karabasanın bir an önce bitmesi için dua etmeye başladı. Nobel ödüllü Yunan şair Giorgos ya da daha bilinen adıyla Yorgo Seferis, 13 Eylül 1922’de meydana gelen ve Paris’teyken haber aldığı büyük İzmir yangını için işte buna benzer şeyler düşündü…
Yazar Figen Koşar’ın “Vourla – Öteki Kıyı” adlı kitabını okurken, bir yandan da Seferis’in o anda neler hissetmiş olabileceğini canlandırmaya çalışıyorum kafamda. Seferis yangını çok iyi biliyordu çünkü kendisi de bir İzmirliydi ve büyük yangından kısa sayılabilecek bir süre önce, İzmir Urla’da bulunan evinden ayrılmış ve Atina’ya gitmişti.
Figen Koşar’ın kitapta büyük bir ustalıkla anlattığı olaylar dizisinde, Seferis’in torunu Eleni başrolde. Atina’dan Urla’ya bir kazı grubunda görev almak üzere gelen Eleni, atalarından kalan yarım bir öyküyü tamamlamak için yola çıktığından habersiz. Büyükbabası Seferis’in bir zamanlar yaşadığı topraklara, Vourla’ya ayak bastığında, o güne kadar pek de farkında olmadığı “kökleri” onu sımsıkı sarıyor.
Emanet bir sandık, gizemli mektuplar, anlam veremediği kabuslar, “Öteki Kıyı”nın acı, buruk ve yarım kalmış öyküsü…
Figen Koşar, mübadele yıllarından bugüne dayanan bir öyküyü anlatırken, sadece o döneme ilişkin bilgiler vermekle kalmıyor; Ege’de yıllarca bir arada yaşamış Türkler ve Rumların toplumsal yaşamlarını da gözler önüne seriyor. Ege’nin iki kıyısı arasındaki bağı, başarılı bir roman kurgusuyla aktarmanın yanı sıra, yakın geçmişle ilgili coğrafi, tarihi ve edebi bilgi birikimini de ortaya koyuyor.
“Kimi ayak uyduramamış, rüzgarın hızına kapılmış gitmiş, kimi de bu topraklara inatla tırnaklarını geçirmiş, direnmiş ve rüzgarla dost olmayı öğrenmiş” insanların öyküsü “Vourla – Öteki Kıyı” kitabı