End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
Sinema sektörüne, Barbie ile birlikte, üstelikte aynı zamanlama ile girerek oldukça ses getiren Oppenheimer, filminin seçkin kadrosunun içinde de yer alan Kenneth Branagh; yapımcı, yönetmen, oyuncu üçlemesinin, üçüncüsünü adeta, ben yine buradayım, diyerek bu film ile açıyor.
A Haunting In Venice, yani Venedik’te Cinayet, epey süredir bildik Hollywood stüdyolarının platolarına alternatif seçilmiş gibi özellikle aksiyon filmlerinin baş karargâhı haline getirilen ve Roma, Napoli, Sicilya, Venedik bölgelerinde taş üstünde taş bırakmayan, yönetmen ve yapımcılara bu kez 2.dünya savaşının yaralı İtalya sonrasını 1947 yılının kalıntıları ile açıyor.
Temelini kuvvetlendiren ise Polisiye Edebiyatının efsane kalemi, yüzyıllar geçse bile gerçekliğini koruyan Agatha Christie’den almış olması. Agatha Christie’nin, 1969 yılında yazdığı, Elmayı Yılan Isırdı, romanından bir uyarlama olarak, “Venedik’te Cinayet”, Venedik’te bir Şato içinde ki muhteşem manzaraları ile karşımızda.
Kenneth Branagh, daha önce Doğu Ekspresinde Cinayet (1934) ve yine son derece başarılı gerçekleştirdiği 1937 yılında yazılan, yine Agatha Christie’nin kaleminden çıkan, Nil’de Ölüm, filmi ile ünlü dedektif, Hercule Poirot’un emekliliğin tadını çıkarmaya çalıştığı günlerde, gönülsüz atıldığı ve bir elma ile başlayan macera, filmin henüz başlarında, insanlık tarihinin miladı,Havva’dan Adem’e uzanan bir meyve olan elmayı yine yazar kimliğinde olan tek dostu bir kadın tarafından verilmesi, Agatha’nın yolculuğunun kapılarını sırları ile açmaya hazırlıyor.
Kenneth Brangh’ın başarılı oyunculuğunun dışında bir yönetmen olarak dönemi, kurguyu, görüntü yönetmenliğinde ki hakimiyeti yine belirgin şekilde ortaya konurken artık üçüncü ile kendi tarzının farklı yorumunu sinema severlere bir daha başarı ile sunmakta. Kendisinin yapımlarında, vazgeçilmezi olan havai fişekler, sular ve deniz, eski zamanların kendi içinde yarattığı naiflik ile dünya düzeninde savrulurken ki insan manzaraları, yine burada da var. Tabii burada önemle yeniden belirtmemiz gereken ise elbette kuvvetli bir yazarın hikayeyi en başta temellendiriyor olması. Ama yazar iyi yazsa bile eğer ekrana doğru ve iyi bir şekilde aktarılamaz ise elbette niteliğini yitirecektir. Çok satanlar arasında olsa bile! Ama buna Kenneth Brangh imkan vermiyor. Yazarın kitabını, daha da yükseğe taşıyor.
Venedik’te Cinayet, tipik cinayet filmi olarak tasvirlenmiş olsa da öncelik olarak yönetmenin usta ve naif hamleleri ile:
-İkinci dünya savaşı sonrası, kurgusu ve savaşın en büyük mağdurları arasında yer almış çocukların ve bilhassa yetimhane de terk edilmiş çocukların üzerinden kurgulanması, dünyanın en zalimi Nazi dünyasına, oldukça naif geçiş ile sunması.
-Cadılar Bayramı gününde bir medyumu çağırıp, çok zengin bir ailenin intihar eden kızının ruhu ile buluşabilme toplantısının gecesinde içerde toplanan çocukları eğlendirecek maskeli kişinin içerde sözde oyun gereği “Hemşire ve Doktor” olmamasını istemesi, bunun oyunun bir kuralı olduğunu belirttikten sonra film açıldıkça, veba salgınında göz göre göre yetimhanenin alt katına oyuncakları ile kendilerinin gözetiminde olan doktor ve hemşireler tarafından kitlenerek ölüme terk edilişşleri, toplu cinayetlerin altını yeniden çiziyor.
-
-Araştırma yapması için kimseleri kabul etmeyen dedektifin, bir elma göndererek kendisini hatırlatan yazarın gelişi ile başlayan ve olayı çözecek medyumun ise yine “cadı” olarak nitelendirilen medyumun da kadın olması, daha sonra sahtekar çıkması, sonra doğru gerçekliği; yüzyıllar öncesi engizisyon mahkemelerinde kadının adının bile olmadığı zamanlarda bilhassa konuşan, fikrini ifade etmek isteyen kadınların, “cadı” yaftası ile yargılanmadan, yakalanıp meydanlarda yakılmasına bir gönderme niteliğinde ki medyumun sonunda aslında bunun cevabı.
-Esas karakterin, bir genç kız olması çocukluğuna inmesi, inerken yetimhane içinde katledilen diğer çocukların sesleri, intihar eden genç kızın daha küçük halinin, Agatha Christie’nin gençlik fotoğraflarına benzeş seçilmesi, yazara elbette vefa göstergesi gibi. Ve ünlü dedektif, Hercule Poirot (Kenneth Brangh)’n, katilleri ararken ölüme ilk koşanların yine doktor ve hemşire kökenli olmaları filmin kurgusunun, temelleri.
-Aidiyet, aile bağları, ama aile büyüklerinin bazen iyi niyetli gibi gözükse de sözde çocuklarının iyiliği düşüncesi altında kendi evlatlarına ne derece kötülük yapabileceklerinin göstergesini çok net sunmakta.
Böylelikle Venedik’te Cinayet filmi, Kenneth Brangh’ın diğer filmlerinde de olduğu gibi filmi, kitap gibi okutmasının güzelliği, atmosferin direkt hissettiriliyor olması, bütününde yine son sözü söyleyecek olan usta dedektif, Hercule Poirot’ın ağzından çıkacak cümle ile son buluyor. Ve filmin bütününün tipik polisiye romanından uyarlanmış olmasının çok dışında yine yazar, yapımcı, yönetmen, oyuncu ve sanatın öğreticiliği temelinde açarak, “ Kendi hayaletlerinizden kurtulun, yapmanız gereken önce budur” noktasında, gerçeği sunuyor.
A Haunting In Venice, yani Venedik’te Cinayet, epey süredir bildik Hollywood stüdyolarının platolarına alternatif seçilmiş gibi özellikle aksiyon filmlerinin baş karargâhı haline getirilen ve Roma, Napoli, Sicilya, Venedik bölgelerinde taş üstünde taş bırakmayan, yönetmen ve yapımcılara bu kez 2.dünya savaşının yaralı İtalya sonrasını 1947 yılının kalıntıları ile açıyor.
Temelini kuvvetlendiren ise Polisiye Edebiyatının efsane kalemi, yüzyıllar geçse bile gerçekliğini koruyan Agatha Christie’den almış olması. Agatha Christie’nin, 1969 yılında yazdığı, Elmayı Yılan Isırdı, romanından bir uyarlama olarak, “Venedik’te Cinayet”, Venedik’te bir Şato içinde ki muhteşem manzaraları ile karşımızda.
Kenneth Branagh, daha önce Doğu Ekspresinde Cinayet (1934) ve yine son derece başarılı gerçekleştirdiği 1937 yılında yazılan, yine Agatha Christie’nin kaleminden çıkan, Nil’de Ölüm, filmi ile ünlü dedektif, Hercule Poirot’un emekliliğin tadını çıkarmaya çalıştığı günlerde, gönülsüz atıldığı ve bir elma ile başlayan macera, filmin henüz başlarında, insanlık tarihinin miladı,Havva’dan Adem’e uzanan bir meyve olan elmayı yine yazar kimliğinde olan tek dostu bir kadın tarafından verilmesi, Agatha’nın yolculuğunun kapılarını sırları ile açmaya hazırlıyor.
Kenneth Brangh’ın başarılı oyunculuğunun dışında bir yönetmen olarak dönemi, kurguyu, görüntü yönetmenliğinde ki hakimiyeti yine belirgin şekilde ortaya konurken artık üçüncü ile kendi tarzının farklı yorumunu sinema severlere bir daha başarı ile sunmakta. Kendisinin yapımlarında, vazgeçilmezi olan havai fişekler, sular ve deniz, eski zamanların kendi içinde yarattığı naiflik ile dünya düzeninde savrulurken ki insan manzaraları, yine burada da var. Tabii burada önemle yeniden belirtmemiz gereken ise elbette kuvvetli bir yazarın hikayeyi en başta temellendiriyor olması. Ama yazar iyi yazsa bile eğer ekrana doğru ve iyi bir şekilde aktarılamaz ise elbette niteliğini yitirecektir. Çok satanlar arasında olsa bile! Ama buna Kenneth Brangh imkan vermiyor. Yazarın kitabını, daha da yükseğe taşıyor.
Venedik’te Cinayet, tipik cinayet filmi olarak tasvirlenmiş olsa da öncelik olarak yönetmenin usta ve naif hamleleri ile:
-İkinci dünya savaşı sonrası, kurgusu ve savaşın en büyük mağdurları arasında yer almış çocukların ve bilhassa yetimhane de terk edilmiş çocukların üzerinden kurgulanması, dünyanın en zalimi Nazi dünyasına, oldukça naif geçiş ile sunması.
-Cadılar Bayramı gününde bir medyumu çağırıp, çok zengin bir ailenin intihar eden kızının ruhu ile buluşabilme toplantısının gecesinde içerde toplanan çocukları eğlendirecek maskeli kişinin içerde sözde oyun gereği “Hemşire ve Doktor” olmamasını istemesi, bunun oyunun bir kuralı olduğunu belirttikten sonra film açıldıkça, veba salgınında göz göre göre yetimhanenin alt katına oyuncakları ile kendilerinin gözetiminde olan doktor ve hemşireler tarafından kitlenerek ölüme terk edilişşleri, toplu cinayetlerin altını yeniden çiziyor.
-
-Araştırma yapması için kimseleri kabul etmeyen dedektifin, bir elma göndererek kendisini hatırlatan yazarın gelişi ile başlayan ve olayı çözecek medyumun ise yine “cadı” olarak nitelendirilen medyumun da kadın olması, daha sonra sahtekar çıkması, sonra doğru gerçekliği; yüzyıllar öncesi engizisyon mahkemelerinde kadının adının bile olmadığı zamanlarda bilhassa konuşan, fikrini ifade etmek isteyen kadınların, “cadı” yaftası ile yargılanmadan, yakalanıp meydanlarda yakılmasına bir gönderme niteliğinde ki medyumun sonunda aslında bunun cevabı.
-Esas karakterin, bir genç kız olması çocukluğuna inmesi, inerken yetimhane içinde katledilen diğer çocukların sesleri, intihar eden genç kızın daha küçük halinin, Agatha Christie’nin gençlik fotoğraflarına benzeş seçilmesi, yazara elbette vefa göstergesi gibi. Ve ünlü dedektif, Hercule Poirot (Kenneth Brangh)’n, katilleri ararken ölüme ilk koşanların yine doktor ve hemşire kökenli olmaları filmin kurgusunun, temelleri.
-Aidiyet, aile bağları, ama aile büyüklerinin bazen iyi niyetli gibi gözükse de sözde çocuklarının iyiliği düşüncesi altında kendi evlatlarına ne derece kötülük yapabileceklerinin göstergesini çok net sunmakta.
Böylelikle Venedik’te Cinayet filmi, Kenneth Brangh’ın diğer filmlerinde de olduğu gibi filmi, kitap gibi okutmasının güzelliği, atmosferin direkt hissettiriliyor olması, bütününde yine son sözü söyleyecek olan usta dedektif, Hercule Poirot’ın ağzından çıkacak cümle ile son buluyor. Ve filmin bütününün tipik polisiye romanından uyarlanmış olmasının çok dışında yine yazar, yapımcı, yönetmen, oyuncu ve sanatın öğreticiliği temelinde açarak, “ Kendi hayaletlerinizden kurtulun, yapmanız gereken önce budur” noktasında, gerçeği sunuyor.