End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
(CHP Kurultay’ının arkasından)
Yaşamımın dörtte üçünü siyasetçilerle, 3 yılını da bizzat siyasetin içinde geçirmek bana tartışmasız bir gerçeği öğretti: Siyaset ayak oyunudur. Üstelik bu öyle bir ayak oyunudur ki biri bitmeden diğeri başlar. CHP Kurultay’ını ve hemen sonrasını izlerken bunu bir kez daha gördüm. Hem de sadece yazılanlar, söylenenler, atılan nutuklarda değil sahnedeki oyuncuların duruşlarında, bakışlarında, hareketlerinde, kısacası, vücut dillerinde de.
CHP’de, “değişim” diyen ve son genel ve cumhurbaşkanlığı seçiminin, özellikle CHP seçmeninde yarattığı bıkkınlık, bezginlik ve küskünlüğü bir ölçüde ortadan kaldırdığı, bir heyecan yarattığı değerlendirmeleri yapılan taraf kazandı. Kazandı da ben onca dikkatime karşın, “değişim”in ne olduğunu veya “değişim”den ne kastedildiğini anladığımı söyleyemem. Kendime haksızlık ettim galiba. Aslında “Değişim” ile herkesin, kendi yararına olacak değişiklikleri veya beklentilerini amaçladıklarını anladım.
Nitekim birkaç slogan benzeri sözcük ve cümle dışında, CHP’nin, ekonomide, iç ve dış politikada neleri değiştireceğini anlayamadım. Yanılıyor olabilirim ama zaten kimsenin de bu konulara girdiğini duymadım.
En sık tekrarlanan sözler; CHP’nin, “Altı Ok”ta ifadesini bulan ideolojisinden, kuruluş ilkelerinden ayrıldığı idi ama bu ilkelere dönülüp dönülmeyeceği; dönülecekse de bunun nasıl yapılacağı bile açıkça ifade edilmedi.
Örnek; CHP’nin laiklik ilkesi nasıl geri gelecek? Tekkeler, zaviyeler, tarikatlar hakkında çıkarılmış, halen de yürürlükte olan Cumhuriyet yasaları uygulanacak mı?
Eğitim, Cumhuriyet’in, laik, çağdaş, bilime dayalı eğitimi haline getirilecek mi? “Eğitimin birliği” ilkesine geri dönülecek mi? Yoksa Ecevit’ten sonra Kılıçdaroğlu’nun da denediği ve sağdan tek bir oy bile alamadığı, sağa şirin gözükmek politikası, eğitimde de mi sürdürülecek?
AKP ve Erdoğan’ın her geçen gün daha da artırarak sürdürdükleri, Cumhuriyet’in altını oyan hukuk dışı kararları ve eylemleri karşısında “mağdur yaratmama” bahanesinin arkasına sığınan, Meclis Grup konuşmaları ile sınırlı, rahat muhalefet siyasetine son verilecek mi?
Başta Anayasa’nın en açık hükümleri olmak üzere, tüm yasaların ayaklar altına alınması nedeniyle hukuk devletinin yıkılmasına, yargının siyasetçinin emrine girmiş olmasına karşı ne yapılacak? Altı Ok’un, hukuk devleti ilkesine nasıl dönülecek?
Emperyalist ekonomilerin ve devletlerin, Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomisini “kapitülasyonlar” dönemimde olduğu ve tam da o zaman yapıldığı şekilde ele geçirmelerine nasıl “dur!” denecek? 1923’lerde başlatılan, ekonomide Türk Mucizesi olarak biline mucizenin tekrarlanması için neler yapılacak?
Ekonomide, Cumhuriyetin haraç mezat satılan tüm değerlerinin geri alınması, bunlara yenilerinin eklenmesi düşünülüyor mu? Öyle ya, CHP’nin altı okundan birsi de “devletçilik” veya bugünün daha güncel tanımlaması ile “kamuculuk” değil mi?
Atatürk milliyetçiliğinin, MHP’nin ülkücü, HEDEP’in ırkçı milliyetçiliğine ve AKP’nin ümmetçiliğine karşı yeniden egemen olması için ne yapılacak?
Özellikle son 21 yılda, Cumhuriyet devrimleri bir bir ortadan kaldırılırken veya buna kalkışılırken neredeyse sessiz kalan CHP, Altı Ok’un “inkılâpçılık” yani “devrimcilik” ilkesini yeniden nasıl yaşama geçirecek?
Ukrayna, Filistin-İsrail çatışmaları; ABD’nin, peşinden AB ve NATO’yu da sürüklemeye çalışarak, Rusya’yı saf dışı edip arkasından Çin ile dalaşma projelerinin önce bölgemizi sonra da dünyayı ateşe atması olasılıkları ciddi birer tehlike olarak konuşulurken CHP nasıl bir dış politika izleyecek?
Belki o kadar bile uzağa gitmeye gerek yok.
“Müttefikimiz” ABD’nin, yine “Müttefiklerimiz” Almanya, İngiltere ve Fransa’nın, Dedeağaçtan başlayan, İsrail ve Mısır’da biten, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni bile içine alan ama Türkiye’yi, Doğu Akdeniz doğal kaynaklarından dışlama, çevreleme ve yalnızlaştırma, en doğal çıkarlarını inkâr etme politikaları güderken, CHP bu durumla nasıl başa çıkmayı planlamaktadır?
Kurultay’da neredeyse tek bir kelime ile bile değinilmeyen bu konuları ve soruları artırabiliriz. ”Bunlar Kurultay sonrasının konuları.” diyebilirsiniz. Haklısınız da bu soruların hiç değilse seçimler kaybedildiğinde sorulmuş ve “Değişim” için en azından bir hazırlık yapılmış olması gerekmiyor muydu? Böyle bir hazırlık yapılmışsa hiç değilse Kurultay’da “değişim”in gerekliliği gündeme getirilip, iki gün boyunca dillerden düşürülmezken bunlardan satır başları halinde dahi olsa söz etmek doğru olmaz mıydı?
Umarım Kurultay bittiğine ve “değişim” isteyenler kazandığına göre hiç zaman kaybetmeden bu konulara eğilinir çünkü artık yitirilecek zaman yoktur.
Kurultay’da bu konulara hiç değinilmezken örgütün, il ve ilçe başkanlarının beklentilerine yanıt olacak hemen her konu konuşuldu. 12. Kat’taki danışmanların uğurlanacağına ve o katın örgüte ayrılacağına kadar. Bu yanlış olmayabilir hatta belki gereklidir bile ama “değişim”in sadece parti içine dönük olacağının işareti olmak açısından çok da rahatlatıcı değil.
Bir de daha ilk günden hemen herkesin tartışmaya başladığı, Özgür Özel-Ekrem İmamoğlu ilişkisi ve kimin emanetçi, kimin gerçek başkan olduğu veya olacağı konusu var. Hatta “denizi görmeden paçayı sıvamak”tan başla şekilde açıklanamayacak, “İmamoğlu’nun gelecek cumhurbaşkanlığı seçimlerinde cumhurbaşkanı adayı olacağı veya olmasının düşüleceği” öngörüleri, önerileri herkesi çok daha fazla ilgilendiriyor sanki.
İtiraf etmeliyim ki bu yaklaşım hiç de nedensiz değil. Dedim ya Kurultay’ı ve hemen sonrasını dikkatle izlemeye çalıştım. Örneğin İmamoğlu’nun duruşundan, bakışlarından, ben bile onun daha bugünden bu senaryoyu kafasında somutlaştırmış olduğu izlenimini edindim. Son seçimde de benzer bir duruş sergilediğini ve onu bu tutumunun nelere yol açtığını, Meral Akşener’in 6’lı Masa’yı terk ederek seçimin kaybedilmesine ve İyi Parti’nin giderek belirgin hale gelmekte olan sonunu hazırlamasına katkısını düşününce, canım iyice sıkıldı.
Ama dedim ya. Siyaset ayak oyunudur. Üstelik bir oyun bitmeden, diğeri başlar ve çoğu kez oyuncular kendi oyunlarıyla tuşa gelirler. Bu arada asıl tuşa gelen ülke olur ama çoğu siyasetçinin bunu pek de umursadığını düşünmek için bir neden yok ama önümüzde, aksini düşündürecek çok sayıda örnek var.
Yaşamımın dörtte üçünü siyasetçilerle, 3 yılını da bizzat siyasetin içinde geçirmek bana tartışmasız bir gerçeği öğretti: Siyaset ayak oyunudur. Üstelik bu öyle bir ayak oyunudur ki biri bitmeden diğeri başlar. CHP Kurultay’ını ve hemen sonrasını izlerken bunu bir kez daha gördüm. Hem de sadece yazılanlar, söylenenler, atılan nutuklarda değil sahnedeki oyuncuların duruşlarında, bakışlarında, hareketlerinde, kısacası, vücut dillerinde de.
CHP’de, “değişim” diyen ve son genel ve cumhurbaşkanlığı seçiminin, özellikle CHP seçmeninde yarattığı bıkkınlık, bezginlik ve küskünlüğü bir ölçüde ortadan kaldırdığı, bir heyecan yarattığı değerlendirmeleri yapılan taraf kazandı. Kazandı da ben onca dikkatime karşın, “değişim”in ne olduğunu veya “değişim”den ne kastedildiğini anladığımı söyleyemem. Kendime haksızlık ettim galiba. Aslında “Değişim” ile herkesin, kendi yararına olacak değişiklikleri veya beklentilerini amaçladıklarını anladım.
Nitekim birkaç slogan benzeri sözcük ve cümle dışında, CHP’nin, ekonomide, iç ve dış politikada neleri değiştireceğini anlayamadım. Yanılıyor olabilirim ama zaten kimsenin de bu konulara girdiğini duymadım.
En sık tekrarlanan sözler; CHP’nin, “Altı Ok”ta ifadesini bulan ideolojisinden, kuruluş ilkelerinden ayrıldığı idi ama bu ilkelere dönülüp dönülmeyeceği; dönülecekse de bunun nasıl yapılacağı bile açıkça ifade edilmedi.
Örnek; CHP’nin laiklik ilkesi nasıl geri gelecek? Tekkeler, zaviyeler, tarikatlar hakkında çıkarılmış, halen de yürürlükte olan Cumhuriyet yasaları uygulanacak mı?
Eğitim, Cumhuriyet’in, laik, çağdaş, bilime dayalı eğitimi haline getirilecek mi? “Eğitimin birliği” ilkesine geri dönülecek mi? Yoksa Ecevit’ten sonra Kılıçdaroğlu’nun da denediği ve sağdan tek bir oy bile alamadığı, sağa şirin gözükmek politikası, eğitimde de mi sürdürülecek?
AKP ve Erdoğan’ın her geçen gün daha da artırarak sürdürdükleri, Cumhuriyet’in altını oyan hukuk dışı kararları ve eylemleri karşısında “mağdur yaratmama” bahanesinin arkasına sığınan, Meclis Grup konuşmaları ile sınırlı, rahat muhalefet siyasetine son verilecek mi?
Başta Anayasa’nın en açık hükümleri olmak üzere, tüm yasaların ayaklar altına alınması nedeniyle hukuk devletinin yıkılmasına, yargının siyasetçinin emrine girmiş olmasına karşı ne yapılacak? Altı Ok’un, hukuk devleti ilkesine nasıl dönülecek?
Emperyalist ekonomilerin ve devletlerin, Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomisini “kapitülasyonlar” dönemimde olduğu ve tam da o zaman yapıldığı şekilde ele geçirmelerine nasıl “dur!” denecek? 1923’lerde başlatılan, ekonomide Türk Mucizesi olarak biline mucizenin tekrarlanması için neler yapılacak?
Ekonomide, Cumhuriyetin haraç mezat satılan tüm değerlerinin geri alınması, bunlara yenilerinin eklenmesi düşünülüyor mu? Öyle ya, CHP’nin altı okundan birsi de “devletçilik” veya bugünün daha güncel tanımlaması ile “kamuculuk” değil mi?
Atatürk milliyetçiliğinin, MHP’nin ülkücü, HEDEP’in ırkçı milliyetçiliğine ve AKP’nin ümmetçiliğine karşı yeniden egemen olması için ne yapılacak?
Özellikle son 21 yılda, Cumhuriyet devrimleri bir bir ortadan kaldırılırken veya buna kalkışılırken neredeyse sessiz kalan CHP, Altı Ok’un “inkılâpçılık” yani “devrimcilik” ilkesini yeniden nasıl yaşama geçirecek?
Ukrayna, Filistin-İsrail çatışmaları; ABD’nin, peşinden AB ve NATO’yu da sürüklemeye çalışarak, Rusya’yı saf dışı edip arkasından Çin ile dalaşma projelerinin önce bölgemizi sonra da dünyayı ateşe atması olasılıkları ciddi birer tehlike olarak konuşulurken CHP nasıl bir dış politika izleyecek?
Belki o kadar bile uzağa gitmeye gerek yok.
“Müttefikimiz” ABD’nin, yine “Müttefiklerimiz” Almanya, İngiltere ve Fransa’nın, Dedeağaçtan başlayan, İsrail ve Mısır’da biten, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni bile içine alan ama Türkiye’yi, Doğu Akdeniz doğal kaynaklarından dışlama, çevreleme ve yalnızlaştırma, en doğal çıkarlarını inkâr etme politikaları güderken, CHP bu durumla nasıl başa çıkmayı planlamaktadır?
Kurultay’da neredeyse tek bir kelime ile bile değinilmeyen bu konuları ve soruları artırabiliriz. ”Bunlar Kurultay sonrasının konuları.” diyebilirsiniz. Haklısınız da bu soruların hiç değilse seçimler kaybedildiğinde sorulmuş ve “Değişim” için en azından bir hazırlık yapılmış olması gerekmiyor muydu? Böyle bir hazırlık yapılmışsa hiç değilse Kurultay’da “değişim”in gerekliliği gündeme getirilip, iki gün boyunca dillerden düşürülmezken bunlardan satır başları halinde dahi olsa söz etmek doğru olmaz mıydı?
Umarım Kurultay bittiğine ve “değişim” isteyenler kazandığına göre hiç zaman kaybetmeden bu konulara eğilinir çünkü artık yitirilecek zaman yoktur.
Kurultay’da bu konulara hiç değinilmezken örgütün, il ve ilçe başkanlarının beklentilerine yanıt olacak hemen her konu konuşuldu. 12. Kat’taki danışmanların uğurlanacağına ve o katın örgüte ayrılacağına kadar. Bu yanlış olmayabilir hatta belki gereklidir bile ama “değişim”in sadece parti içine dönük olacağının işareti olmak açısından çok da rahatlatıcı değil.
Bir de daha ilk günden hemen herkesin tartışmaya başladığı, Özgür Özel-Ekrem İmamoğlu ilişkisi ve kimin emanetçi, kimin gerçek başkan olduğu veya olacağı konusu var. Hatta “denizi görmeden paçayı sıvamak”tan başla şekilde açıklanamayacak, “İmamoğlu’nun gelecek cumhurbaşkanlığı seçimlerinde cumhurbaşkanı adayı olacağı veya olmasının düşüleceği” öngörüleri, önerileri herkesi çok daha fazla ilgilendiriyor sanki.
İtiraf etmeliyim ki bu yaklaşım hiç de nedensiz değil. Dedim ya Kurultay’ı ve hemen sonrasını dikkatle izlemeye çalıştım. Örneğin İmamoğlu’nun duruşundan, bakışlarından, ben bile onun daha bugünden bu senaryoyu kafasında somutlaştırmış olduğu izlenimini edindim. Son seçimde de benzer bir duruş sergilediğini ve onu bu tutumunun nelere yol açtığını, Meral Akşener’in 6’lı Masa’yı terk ederek seçimin kaybedilmesine ve İyi Parti’nin giderek belirgin hale gelmekte olan sonunu hazırlamasına katkısını düşününce, canım iyice sıkıldı.
Ama dedim ya. Siyaset ayak oyunudur. Üstelik bir oyun bitmeden, diğeri başlar ve çoğu kez oyuncular kendi oyunlarıyla tuşa gelirler. Bu arada asıl tuşa gelen ülke olur ama çoğu siyasetçinin bunu pek de umursadığını düşünmek için bir neden yok ama önümüzde, aksini düşündürecek çok sayıda örnek var.