End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
Sivil toplumun yaşamsal bir gücü olduğunu ileri sürmek kuşkusuz iddialı bir görüş. Ancak, önce Gezi Olayı sonra toprağını, zeytinini, derelerini, haklarını korumak için ayağa kalkmış köylü direnişlerini ve özellikle Kahraman Maraş Merkezli deprem günlerinde gözlemlediğim sivil toplum gerçeği beni bu iddialı başlığı yazmaya zorladı. Ayrıca bunlara benzer büyük küçük pek çok sivil toplum hareketini ve bunların etkilerini hem ülkemiz hem de tüm dünyadaki örnekleriyle yaşadıkça bu iddianın abartı olmadığını da söyleyebilirim. Sivil toplum küreselleşmeyle birlikte ivme kazanan müthiş bir güç. Tabii burada yanıtlanması gereken üç temel soru var. (1) Kavram olarak sivil toplum denince ne anladığımız (2) Sivil toplumun yaşamsal olan gücünü nereden ve nasıl aldığı (3) Sivil Toplum Kuruluşları (STK) ile Sivil Toplumun farkı. Bu yazının amacı da bu üç sorunun yanıtlanması böylece gerek akademik dünyada gerekse de günlük yaşamda gelişi güzel ya da farklı anlamlarda kullanılan sivil toplum kavramını bilimsel yöntemle açıklamaktır. Çünkü kavram farklı niyetlerle ve farklı anlamlarda kullanılınca anlamsız tartışmalara neden olurken sivil toplumun gücünü örtük olarak dizginleme çabalarını da beraberinde getiriyor.
Oysaki herhangi bir kavram (1) Tanımıyla (2) Özellikleriyle (3) Örnekleriyle (4) Örnek olmayanları ile bütün olarak sağlam bir çerçeve içinde oluşur ve bu çerçevede açıklanır. Özelliklerinde değişiklik olmadığı sürece de kavram değişmez. Örneğin devlet kavramının temel özellikleri; belirlenmiş bir toprak parçası, bunun üzerinde yaşayan bir halk ve bunları yöneten bir otoritedir. Zamanla bu özelliklere yeni özellikler yüklendiğinde ise devletin niteliği ile birlikte türü de değişir. Nitekim tarihsel süreçte erken devlet kent devletine, kent devleti feodal devlete, feodal devlet mutlakiyetçi devlete, mutlakiyetçi devlet de ulusal/ulus devlete dönüşürken devlet yeni özellikler yüklenerek yeni formuna dönüştü. Bu şekilde örneğin ulus devlet de üzerine yüklenen küresel yurttaşlık, çok dillilik, hukukun üstünlüğü, demokrasi ve sivil toplum nitelikleri ile farklılaştığı için “demokratik devlete” dönüştü. Kısaca kavram olarak devlet temel niteliklerini korurken çağın gereği yeni nitelikler kazandığı için de dönüşme eğilimi ve yeteneğindedir. Zaten halen 2020’li yıllarda küreselleşen bir dünyada ulus devletten demokratik devlete dönüşme sürecini yaşamaktayız.
Sivil toplum konusundaki kendi görüşlerimi belirtmeden önce literatürde sivil topluma bakışı da burada açıklamam uygun olacaktır. Sivil toplum “toplum” kavramından dönüşüme uğramış ve toplum temel özelliklerine yeni özellikler eklenerek ortaya çıkmış Latince 'socius' kelimesinden türetilen 'arkadaşlık, beraberlik' anlamına gelen bir kavram. Durkheim’e göre toplum “kendine has nitelikleri olan özgül bir gerçekliği temsil eden, bir kültür ve bölgeyi paylaşan insan gruplarıdır (Bozkurt, 2020: 12). Bu nedenle toplum, ortak kültürlerle birlikte yaşayan, sosyal etkileşimlere ve karşılıklı ilişkilere sahip bir grup insanı ifade eder. Bir grup insan büyüklüğü, küçük bir mahalle çapından küresel çapa kadar genişleyen bir büyüklüğün ifadesidir. Kavram olarak toplumun temel özellikleri ise; insan gruplarından oluşması, bunların belirli norm ve davranış kalıplarına uyum sağlaması ve belirli yönetsel otoriteye bağlı olmalarıdır. Küresel toplum, Fransız toplumu, dinsel toplum gibi oluşumlar toplum için örnekler ise, örnek olmayanlar için de herhangi bir birey, hayvan toplumları vb. gösterilebilir. Toplumu bu şekilde belirledikten sonra kuşkusuz ki sivil toplum da bu toplumun içinden ortaya çıkan kendine özgü nitelikleri ile toplumdan farklılaşan bir yapı olmakta.
Sivil toplum, Cicero'nun societas civilis fikrinden modern doğal hukuka dönüşmüş ve siyasi bir kavram olarak çoğulcu, kendi kendini örgütleyen ve devlete ait bağımsız bir oluşumdur (Keane 1993: 5-17).[1] Societas civilis kavramı Yerleşik Roma Katolik Kilisesi'nin sosyal ve politik yaşam üzerinde önemli bir hegemonya uyguladığı 13. yüzyılda, papalık etkisinden arınmış bir bölgeyi tasvir etmek için türetildi (Mahajan 1999: 1188, et al. Colas 1977). Taylor'a göre Batı siyaset teorisindeki sivil toplum kavramı, başta John Locke ve Montesquieu olmak üzere iki farklı gelenekten beslenmektedir. Locke yanlıları daha çok kısıtlı bir hükümet fikri üzerinde dururken, Montesquieu yandaşları sivil toplumu siyasetle uğraşan ve hükümeti daha verimli çalışmaya zorlayan bir aktör olarak tanımlamaktadır (Şahin, Akboğa 2019: 408). Sivil toplum, toplumsal somutlaşma yeteneğine sahip bir ideal, bireyselleşmeyi mümkün kılarken devletle işbirliğine izin veren bir toplumsal örgütlenme biçimidir (Hall,1998,32). Zaki, sivil toplumu “sosyal hayatın devlet alanından ayrı ve uzak bir yönü - devletten ayrı var olan kolektif bir varlık” olarak tanımlar. Ona göre kavram, özgür birey ve devletin kontrolünden kurtulmuş özgür bireylerden oluşan topluluk üzerine kuruludur; yine de faaliyetleri kanunla düzenlenir, yani sivil toplum, özerk bireylerin gönüllü faaliyetleri için bir kamusal alandır (Zaki, 1994, 4). Fukuyama ise sivil toplumu, demokratik siyasi kurumların temelini oluşturan, devletten ayrı, kendiliğinden yaratılan toplumsal yapı alanı olarak tanımlamıştır (Fukuyama 1995: 8).
Bu tanımlara benzer pek çok yazar ya da düşünürden örnekler verilebilir (Bowden, 2006). Bu tanımlar özellikle Avrupa’da sivil toplumun gelişimiyle paralel okunduğunda daha da karmaşık bir durumla karşılaşırız. Örneğin Avrupa’da üç farklı sivil toplum yaklaşımı vardır. Birincisi, Modern burjuva toplumu olarak sivil toplum, ikincisi demokrasi bağlamında sivil toplum ve üçüncüsü katılımcı demokrasi olarak sivil toplum (Keyman, 2004). Bunların tezleri de sırasıyla; hak kavramı ve haklara dayalı bireyin kimliğini korumak, despotik devletten bağımsız yaşam sürmek hatta demokrasi adına devlete karşı olmak ve toplumsal sorunlara uzun erimli çözümler bulmak için siyasi aktörleri yönlendirmek olmaktadır.
Sivil toplum kavramına ilişkin bu tanım ve açıklamaları değerlendirdiğimizde karşımıza iki durum çıkmaktadır. Bunların birincisi kavramın bilimsel anlamda bir ortak açıklamasının yapılamaması, ikincisi ise Avrupa’nın üç dalga halinde aynı kavramı üç değişik nitelikte açıklamasıdır. Bu kavramlaştırmalar ayrı zamanlarda yapılmıştır ama hepsinin sivil toplum olarak açıklanması bu durum kavramı anlaşılmaz kılmakta, bulanıklaştırma kavramın da işlevsizleştirilmesine yol açmaktadır. Üstelik bu bilinçli veya bilinçsizce bir çarpıtmaya da dönebilir. Bu nedenle kavramın bu farklı algılamalardan uzak ya da bağımsız olarak sivil toplumu ben nasıl anladığımı açıklayacağım. Sivil toplum “toplumun içinden çıkan bağımsız, bağlantısız gönüllü bireylerden oluşan ve mevcut otoritenin toplumun değerlerine karşı kararlarına tepki göstererek farklılaşan toplumsal varlıklardır.” Sivil toplum oluşumları, platformları tepkilerini yazılı, sözlü veya belirledikleri bir yerde ve zamanda bir araya gelerek gösteren ve bunu daha çok sokak gösterileri ya da direnişleri ile yapan bağımsız bireyler toplamıdır.” Sivil toplum sokağa çıktığında artık bir siyasi toplumdur, onun için de hükümetler için risk taşır. Kavramın ayırt edici özellikleri şunlardır. Sivil toplum;
Sivil toplumun bağlantısı ya da işbirliği yapacağı oluşumlar yurtiçi ya da yurtdışında aynı konulara ağırlık veren diğer sivil toplum platformlarıdır. Küresel sivil toplum, ulus devletin toplum üzerinde uyguladığı baskının diyalektik bir sonucu olarak şekillenmektedir. Devletin demokratikleşme süreci, sivil toplumu da nitelikleri arasına kabul edebilmesinden kaynaklanmaktadır. Ancak bu bile istenerek ya da içselleştirilerek yapılmaz ama demokratik bir devletin sivil toplumu reddetmesi de mümkün değildir. Demokratik olmayan ama demokratik devletlerle ilişkileri nedeniyle öyle davranmak zorunda olan bazı devletler ise sivil toplumu reddedemese bile onu kontrol altına almayı, onunla ortak işler yapmanın yollarını arayarak sivil toplumu sokaktan uzaklaştırmayı hedefler. Nitekim halen içişleri bakanlığı teşkilatında Sivil Toplum Başkanlığı bu amaçla kurulmuş ve faaliyet yapmaktadır. Bu başkanlığın bir üst kurumu da Cumhurbaşkanlığı Sivil Toplum Danışmanlığı olarak Beştepe’de bulunmaktadır.
Esas itibariyle sorun sivil toplumu kimin, niçin farklı anladığıdır. Kavram açıktır, tanımı, özellikleri bellidir. Buna karşın yeni bir kavram (STK) Sivil Toplum Kuruluşları adıyla ortaya koyularak sivil toplum oluşumları da bu STK kavramın içinde tutularak eritilmekte hatta bu özellikle yapılmaktadır. Örneğin World Ekonomik Forum kurucusu Klaus Schwab 2030 yılını öngören bir raporu Forum adına hazırlattı.[2] Bu rapor iki yüz sivil toplum lideri, iş dünyası, uluslararası örgütler ve hükümet temsilcilerinden ve seksen uzman tarafından hazırlandı. Hiç kuşku yok ki bütün yönleriyle mükemmel bir rapor. Ancak özü itibariyle verdiği mesaj; artık ayrı ayrı çalışmak yerine hükümetler ve iş dünyasının sivil toplumu da içine alarak bundan böyle yeni bir paradi+gma ile entegre edilmesi ve tüm sorunların bu entegre niteliği ile ve el birliği şeklinde çalışarak çözülmesi. Özetle bu rapor STK’larla birlikte sivil toplumun, hükümetler ve iş dünyası içine alınarak etkisizleştirileceği bir fikri savunmaktadır. Aslında bu fikir vakıflar, dernekler, cemaatler, tarikatlar, think tank’ler, enstitüler vb yapılardan çok, bağımsız, gönüllü ve benim tanımladığım sivil toplumu kontrol altına almak için geliştirilmiştir. STK’lar zaten devlete bağlı, kurulmaları için devletten izin almak zorunda olan ve devletin kurallarına uygun olarak davranmak zorunda olan yapılardır. Devlet isterse bunları siyaseten veya parasal destek vererek kullanabilir ya da kapatabilir. Barolar bile bu kapsam içindedir. Bu tür sivil toplum kuruluşlarının birçok uygulamasının bir şekilde hem devlet hem de iş dünyası ile ilişkilerini sürdürdüğünü de görüyoruz. Bunun özel bir amaç için olduğunu anlıyorum ve bunu varlıkları ve faaliyetlerini sürdürebilmek için ihtiyaç duydukları finansı bulmak amacıyla yaptıklarını değerlendiriyorum. Ancak işte tam da bu özel amaçlar için bulunan kaynağın aynı zamanda bağımlılık yarattığı ve STK’nın özgürlüğünü engellediğini görüyorum.
Dolayısıyla şimdi şu sorgulama önem kazanıyor. STK denilince ne kastediliyor? Kimlerdir STK? Vakıflar mı? Dernekler mi? Tarikatlar mı? Cemaatler mi? Merkezler mi? Sendikalar mı? Odalar mı? Temsilcilikler mi? Örgütler mi? Kooperatifler mi? Nedir STK? Bunların her biri mi? Yoksa tamamı mı? Aslında bunların tümü de devletle ilişkilidir ve özellikle de finansal ya da bürokratik bağları vardır. Bu nedenle de hepsini toplayıp STK adıyla onları sivil toplum yapmak doğru olmadığı gibi gerçek sivil toplum gücünü de hafifletmek ve kavramı bulanıklaştırmak demektir. Bunların sivil toplum olarak düşünülmesi temelden yanlıştır. Örneğin Amerikan İç Savaşından sonra siyahlara haklar veren pek çok yasa ABD hükümetleri tarafından çıkarıldı. Ama aynı zamanda hükümetin bu tasarruflarına karşı Ku Klux Klan adlı beyaz üstünlüğünü savunan siyahları yok etmeyi amaç edinmiş sivil bir örgüt de kuruldu. Bugün tüm Avrupa ülkelerini saran popülizmin de kaynağı olan bu örgüt hükümete karşı çıktığı için sivil toplum olamayacağı gibi STK da olamaz. Herhangi bir dernek hükümeti her durumda destekleyen bir dernek de olabilir bir baro da hükümetin tüm icraatlarını radikal bir şekilde destekleyebilir ya da reddedebilir. Bu da doğal karşılanabilir çünkü dernektir, vakıftır, hayır kurumudur. Hatta cemaattir, tarikattır ama hiç biri sivil toplum olarak düşünülemez. Bütün bunların sivil toplum olarak değerlendirilmesi yanlış olduğu gibi bu özel amaç da taşıyor olabilir. Çünkü sivil toplum STK’lardan farklı olarak bir platformdur, bir girişimdir, bir dayanışmadır. Dahası merkezcil ya da yapısal hiçbir şeydir ve hükümete direnmek üzere oluşan ve sonra dağılan bir oluşumdur. Bazen bu geçici oluşumlar konusu bakımından devamlılık gösterebilir ve o zaman da ya bir platform, ya bir girişim, inisiyatif veya benzer bir kimliğe bürünebilir. Örneğin bin yıllık İkizdere köyünde doğası yok edilerek ve kendilerine bile danışılmadan hükümet onayı ile açılacak taş ocağına karşı çıkan köylülerin direnişi bir sivil toplum örneğidir. Direnişleri kavramın tüm özelliklerini de içerirler. Direniş ne kadar uzun sürerse sivil toplum direnişi bir platform haline gelir ve diğer platformlardan ya da gönüllü bireylerden destek görerek güçlenir. Çünkü direniş tam da hükümetin kararına karşıdır. Ancak sivil toplum devletin yapamadığı ya da elinin uzanmadığı eksiklikleri gideren bir hayır cemiyeti değildir. Hükümetlerin yaptığı işleri öven yanlı dernekler de değildir. Sivil toplum bağımsızdır. Örneğin Kadın Cinayetlerini Önleme Platformu devletin kadını koruyamadığı için ve bu nedenle kadınları koruma amacıyla oluşmuş bir sivil toplum değildir. Bu oluşum devlet kadını koruyamadığı için devlete karşı direnen onun çıkardığı kadın karşıtı yasaları reddeden onu bu yanlışında devam etmesini engellemek için gerekirse sokağa çıkan bir oluşumdur. İstanbul Sözleşmesini kaldıran iradeye karşı çıkan, çocuk tecavüzcülerine iyi halden ceza indirimi yapan yargıya karşı tepki gösteren oluşumdur sivil toplum.
Sivil toplum radikal bir oluşumdur, tepki oluşumudur. Küçük bir köyde yaşlı kadınların hükümete karşı direnişi nasıl radikal ise, bütün dünyada aynı gün ve saatte meydanlarda toplanarak örneğin küresel ısınma, fosil yakıt kullanımı, Me Too gibi kadın tecavüzleri konularında küresel tepki de gösterebilirler. Sivil toplum radikal olmadıkça var olamaz. STK’larla bir tutulduklarında ise bilinçli bilinçsiz onu devletin yanına çekme yanlışına düşerler. Çünkü sivil toplumun tersine STK’lar (kuşkusuz bir bölümü) demokratik, demokratik olmayan ve hatta otokratik yönetimlerin kişiliksiz destekçileri haline geliyorlar. Bu tür STK’lar, hükümetlerin veya iş dünyasının amaçlarına hizmet etmemelidir. Mali sorunlarını bağımsız bir şekilde yalnızca üyelerinin geliri ile çözemeyeceklerse, ya yok olmayı göze almalı ya da sivil toplum platformu, girişimi, inisiyatifine dönüşmeli, bağımsızlaşmalıdır. Shaw, “sivil toplumun her zaman devletle simbiyotik bir şekilde bağlantılı görüldüğünü” iddia ediyor (Shaw 1994: 23). Bu bir sivil toplum için söylenmiş olamaz. Belki bazı STK’lar için uygundur ama sivil toplum devletle simbiyotik bir ilişkiye girdiği an varlık nedenini kaybeder. Çünkü devlet zaten toplumu kendine göre kontrol edebilmek için homojenleştirmek, toplumu da yanına çekmek ister. Bu yüzden kavrama uyan bir sivil toplumdan bahsediyorum ve bunu savunuyorum. Kahramanmaraş depremi için elinden gelen her şeyi kullanarak kilometrelerce yol alarak arkadaşlarıyla birlikte deprem bölgesine giden gönüllüler iki duygunun çelişkisi içindeydi. Bir yandan gereksinimi olan insanlara bu vicdani yardım için koşarken aslında ruhları ve akıllarında bu destek zamanında ve yeter düzeyde neden devlet tarafından yapılamıyor da bize kalıyor diye direniyordu aslında. İşte o anda aslında bu yardımseverlik ve özveri yerini bir sivil toplum direnişine bırakıyordu. Sivil toplum, belirli bir yer ve zamanda ulusal ya da küresel çapta hegemonyaya ve onun pratiklerine eylemli olarak karşı çıktığı zaman sivil toplumdur ve üstelik artık o siyasal bir toplumdur da. Bu güç küçümsenemez, başka oluşumların içinde eritilemez ve ezilemez de. Çünkü sivil toplum gücünü halkın özgür ve bağımsız iradesinden alır.
Kaynakça
Atatüre, Süha., (2016). The Tyranny of the Nation State, Turkish Political Quarterly,
Belge, Murat., 2003). Sivil Toplum ve Demokrasi Konferans Yazıları No 1, Bilgi Üniversitesi
Bozkurt, Veysel., (2020). Değişen dünyada sosyoloji, Ekin, Bursa, 12. (alıntı E. Durkeim).
Bowden, Brett., (2006). Civil Society, the state and the limits of to the global civil society,
Fukuyama, Fransis., (1995). Trust: the Social Virtues and the Creation of Prosperity, Penguin Books LTD, Hamish Hamilton LTD, London,
Hall, John A., (1998), The Nature of Civil Society, Society 35(4),
Keane, John., (1993). Sivil Toplum ve Devlet, (Çev. E. Akın, A. Bora, A. Çiğdem, L. Köker, M. Küçük, A. Nur) Ayrıntı,
Keyman, Fuat., (2004). Türkiye’de ve Avrupa’da Sivil Toplum Konferansı, Bilgi Üniversitesi
Shaw, Martin., (1994). Global Civil Society, Cambridge University Press, Cambridge,
Şahin, Osman, Akboğa, Sema., (2019). International Journal of Political Science & Urban Studies Volume 7, Nb 2, September 2019, ISSN 2630-6263, 405-427 DOI: 10.14782/ipsus.623237
Zaki Moheb., (2009). Civil Society&Democratization in Egypt, 1981-1994.:The Ibn Khaldun,
[1] Ayrıntılı açıklamalar için Bakınız Kaynakça, Murat Belge
[2] The future of the sivil society, Report by World Economic Forum 2012
Oysaki herhangi bir kavram (1) Tanımıyla (2) Özellikleriyle (3) Örnekleriyle (4) Örnek olmayanları ile bütün olarak sağlam bir çerçeve içinde oluşur ve bu çerçevede açıklanır. Özelliklerinde değişiklik olmadığı sürece de kavram değişmez. Örneğin devlet kavramının temel özellikleri; belirlenmiş bir toprak parçası, bunun üzerinde yaşayan bir halk ve bunları yöneten bir otoritedir. Zamanla bu özelliklere yeni özellikler yüklendiğinde ise devletin niteliği ile birlikte türü de değişir. Nitekim tarihsel süreçte erken devlet kent devletine, kent devleti feodal devlete, feodal devlet mutlakiyetçi devlete, mutlakiyetçi devlet de ulusal/ulus devlete dönüşürken devlet yeni özellikler yüklenerek yeni formuna dönüştü. Bu şekilde örneğin ulus devlet de üzerine yüklenen küresel yurttaşlık, çok dillilik, hukukun üstünlüğü, demokrasi ve sivil toplum nitelikleri ile farklılaştığı için “demokratik devlete” dönüştü. Kısaca kavram olarak devlet temel niteliklerini korurken çağın gereği yeni nitelikler kazandığı için de dönüşme eğilimi ve yeteneğindedir. Zaten halen 2020’li yıllarda küreselleşen bir dünyada ulus devletten demokratik devlete dönüşme sürecini yaşamaktayız.
Sivil toplum konusundaki kendi görüşlerimi belirtmeden önce literatürde sivil topluma bakışı da burada açıklamam uygun olacaktır. Sivil toplum “toplum” kavramından dönüşüme uğramış ve toplum temel özelliklerine yeni özellikler eklenerek ortaya çıkmış Latince 'socius' kelimesinden türetilen 'arkadaşlık, beraberlik' anlamına gelen bir kavram. Durkheim’e göre toplum “kendine has nitelikleri olan özgül bir gerçekliği temsil eden, bir kültür ve bölgeyi paylaşan insan gruplarıdır (Bozkurt, 2020: 12). Bu nedenle toplum, ortak kültürlerle birlikte yaşayan, sosyal etkileşimlere ve karşılıklı ilişkilere sahip bir grup insanı ifade eder. Bir grup insan büyüklüğü, küçük bir mahalle çapından küresel çapa kadar genişleyen bir büyüklüğün ifadesidir. Kavram olarak toplumun temel özellikleri ise; insan gruplarından oluşması, bunların belirli norm ve davranış kalıplarına uyum sağlaması ve belirli yönetsel otoriteye bağlı olmalarıdır. Küresel toplum, Fransız toplumu, dinsel toplum gibi oluşumlar toplum için örnekler ise, örnek olmayanlar için de herhangi bir birey, hayvan toplumları vb. gösterilebilir. Toplumu bu şekilde belirledikten sonra kuşkusuz ki sivil toplum da bu toplumun içinden ortaya çıkan kendine özgü nitelikleri ile toplumdan farklılaşan bir yapı olmakta.
Sivil toplum, Cicero'nun societas civilis fikrinden modern doğal hukuka dönüşmüş ve siyasi bir kavram olarak çoğulcu, kendi kendini örgütleyen ve devlete ait bağımsız bir oluşumdur (Keane 1993: 5-17).[1] Societas civilis kavramı Yerleşik Roma Katolik Kilisesi'nin sosyal ve politik yaşam üzerinde önemli bir hegemonya uyguladığı 13. yüzyılda, papalık etkisinden arınmış bir bölgeyi tasvir etmek için türetildi (Mahajan 1999: 1188, et al. Colas 1977). Taylor'a göre Batı siyaset teorisindeki sivil toplum kavramı, başta John Locke ve Montesquieu olmak üzere iki farklı gelenekten beslenmektedir. Locke yanlıları daha çok kısıtlı bir hükümet fikri üzerinde dururken, Montesquieu yandaşları sivil toplumu siyasetle uğraşan ve hükümeti daha verimli çalışmaya zorlayan bir aktör olarak tanımlamaktadır (Şahin, Akboğa 2019: 408). Sivil toplum, toplumsal somutlaşma yeteneğine sahip bir ideal, bireyselleşmeyi mümkün kılarken devletle işbirliğine izin veren bir toplumsal örgütlenme biçimidir (Hall,1998,32). Zaki, sivil toplumu “sosyal hayatın devlet alanından ayrı ve uzak bir yönü - devletten ayrı var olan kolektif bir varlık” olarak tanımlar. Ona göre kavram, özgür birey ve devletin kontrolünden kurtulmuş özgür bireylerden oluşan topluluk üzerine kuruludur; yine de faaliyetleri kanunla düzenlenir, yani sivil toplum, özerk bireylerin gönüllü faaliyetleri için bir kamusal alandır (Zaki, 1994, 4). Fukuyama ise sivil toplumu, demokratik siyasi kurumların temelini oluşturan, devletten ayrı, kendiliğinden yaratılan toplumsal yapı alanı olarak tanımlamıştır (Fukuyama 1995: 8).
Bu tanımlara benzer pek çok yazar ya da düşünürden örnekler verilebilir (Bowden, 2006). Bu tanımlar özellikle Avrupa’da sivil toplumun gelişimiyle paralel okunduğunda daha da karmaşık bir durumla karşılaşırız. Örneğin Avrupa’da üç farklı sivil toplum yaklaşımı vardır. Birincisi, Modern burjuva toplumu olarak sivil toplum, ikincisi demokrasi bağlamında sivil toplum ve üçüncüsü katılımcı demokrasi olarak sivil toplum (Keyman, 2004). Bunların tezleri de sırasıyla; hak kavramı ve haklara dayalı bireyin kimliğini korumak, despotik devletten bağımsız yaşam sürmek hatta demokrasi adına devlete karşı olmak ve toplumsal sorunlara uzun erimli çözümler bulmak için siyasi aktörleri yönlendirmek olmaktadır.
Sivil toplum kavramına ilişkin bu tanım ve açıklamaları değerlendirdiğimizde karşımıza iki durum çıkmaktadır. Bunların birincisi kavramın bilimsel anlamda bir ortak açıklamasının yapılamaması, ikincisi ise Avrupa’nın üç dalga halinde aynı kavramı üç değişik nitelikte açıklamasıdır. Bu kavramlaştırmalar ayrı zamanlarda yapılmıştır ama hepsinin sivil toplum olarak açıklanması bu durum kavramı anlaşılmaz kılmakta, bulanıklaştırma kavramın da işlevsizleştirilmesine yol açmaktadır. Üstelik bu bilinçli veya bilinçsizce bir çarpıtmaya da dönebilir. Bu nedenle kavramın bu farklı algılamalardan uzak ya da bağımsız olarak sivil toplumu ben nasıl anladığımı açıklayacağım. Sivil toplum “toplumun içinden çıkan bağımsız, bağlantısız gönüllü bireylerden oluşan ve mevcut otoritenin toplumun değerlerine karşı kararlarına tepki göstererek farklılaşan toplumsal varlıklardır.” Sivil toplum oluşumları, platformları tepkilerini yazılı, sözlü veya belirledikleri bir yerde ve zamanda bir araya gelerek gösteren ve bunu daha çok sokak gösterileri ya da direnişleri ile yapan bağımsız bireyler toplamıdır.” Sivil toplum sokağa çıktığında artık bir siyasi toplumdur, onun için de hükümetler için risk taşır. Kavramın ayırt edici özellikleri şunlardır. Sivil toplum;
- Gönüllü bireylerden oluşur,
- Devlete ve onun hükümetine karşıdır, asla yanında olmaz,
- İş dünyası, şirketler, dış çevreler ve devletle hiçbir finansal ilişkisi olamaz,
- Hiyerarşik bir yapısı yoktur.
- Siyasi partilerle siyasi veya finansal bağlantısı olmaz.
Sivil toplumun bağlantısı ya da işbirliği yapacağı oluşumlar yurtiçi ya da yurtdışında aynı konulara ağırlık veren diğer sivil toplum platformlarıdır. Küresel sivil toplum, ulus devletin toplum üzerinde uyguladığı baskının diyalektik bir sonucu olarak şekillenmektedir. Devletin demokratikleşme süreci, sivil toplumu da nitelikleri arasına kabul edebilmesinden kaynaklanmaktadır. Ancak bu bile istenerek ya da içselleştirilerek yapılmaz ama demokratik bir devletin sivil toplumu reddetmesi de mümkün değildir. Demokratik olmayan ama demokratik devletlerle ilişkileri nedeniyle öyle davranmak zorunda olan bazı devletler ise sivil toplumu reddedemese bile onu kontrol altına almayı, onunla ortak işler yapmanın yollarını arayarak sivil toplumu sokaktan uzaklaştırmayı hedefler. Nitekim halen içişleri bakanlığı teşkilatında Sivil Toplum Başkanlığı bu amaçla kurulmuş ve faaliyet yapmaktadır. Bu başkanlığın bir üst kurumu da Cumhurbaşkanlığı Sivil Toplum Danışmanlığı olarak Beştepe’de bulunmaktadır.
Esas itibariyle sorun sivil toplumu kimin, niçin farklı anladığıdır. Kavram açıktır, tanımı, özellikleri bellidir. Buna karşın yeni bir kavram (STK) Sivil Toplum Kuruluşları adıyla ortaya koyularak sivil toplum oluşumları da bu STK kavramın içinde tutularak eritilmekte hatta bu özellikle yapılmaktadır. Örneğin World Ekonomik Forum kurucusu Klaus Schwab 2030 yılını öngören bir raporu Forum adına hazırlattı.[2] Bu rapor iki yüz sivil toplum lideri, iş dünyası, uluslararası örgütler ve hükümet temsilcilerinden ve seksen uzman tarafından hazırlandı. Hiç kuşku yok ki bütün yönleriyle mükemmel bir rapor. Ancak özü itibariyle verdiği mesaj; artık ayrı ayrı çalışmak yerine hükümetler ve iş dünyasının sivil toplumu da içine alarak bundan böyle yeni bir paradi+gma ile entegre edilmesi ve tüm sorunların bu entegre niteliği ile ve el birliği şeklinde çalışarak çözülmesi. Özetle bu rapor STK’larla birlikte sivil toplumun, hükümetler ve iş dünyası içine alınarak etkisizleştirileceği bir fikri savunmaktadır. Aslında bu fikir vakıflar, dernekler, cemaatler, tarikatlar, think tank’ler, enstitüler vb yapılardan çok, bağımsız, gönüllü ve benim tanımladığım sivil toplumu kontrol altına almak için geliştirilmiştir. STK’lar zaten devlete bağlı, kurulmaları için devletten izin almak zorunda olan ve devletin kurallarına uygun olarak davranmak zorunda olan yapılardır. Devlet isterse bunları siyaseten veya parasal destek vererek kullanabilir ya da kapatabilir. Barolar bile bu kapsam içindedir. Bu tür sivil toplum kuruluşlarının birçok uygulamasının bir şekilde hem devlet hem de iş dünyası ile ilişkilerini sürdürdüğünü de görüyoruz. Bunun özel bir amaç için olduğunu anlıyorum ve bunu varlıkları ve faaliyetlerini sürdürebilmek için ihtiyaç duydukları finansı bulmak amacıyla yaptıklarını değerlendiriyorum. Ancak işte tam da bu özel amaçlar için bulunan kaynağın aynı zamanda bağımlılık yarattığı ve STK’nın özgürlüğünü engellediğini görüyorum.
Dolayısıyla şimdi şu sorgulama önem kazanıyor. STK denilince ne kastediliyor? Kimlerdir STK? Vakıflar mı? Dernekler mi? Tarikatlar mı? Cemaatler mi? Merkezler mi? Sendikalar mı? Odalar mı? Temsilcilikler mi? Örgütler mi? Kooperatifler mi? Nedir STK? Bunların her biri mi? Yoksa tamamı mı? Aslında bunların tümü de devletle ilişkilidir ve özellikle de finansal ya da bürokratik bağları vardır. Bu nedenle de hepsini toplayıp STK adıyla onları sivil toplum yapmak doğru olmadığı gibi gerçek sivil toplum gücünü de hafifletmek ve kavramı bulanıklaştırmak demektir. Bunların sivil toplum olarak düşünülmesi temelden yanlıştır. Örneğin Amerikan İç Savaşından sonra siyahlara haklar veren pek çok yasa ABD hükümetleri tarafından çıkarıldı. Ama aynı zamanda hükümetin bu tasarruflarına karşı Ku Klux Klan adlı beyaz üstünlüğünü savunan siyahları yok etmeyi amaç edinmiş sivil bir örgüt de kuruldu. Bugün tüm Avrupa ülkelerini saran popülizmin de kaynağı olan bu örgüt hükümete karşı çıktığı için sivil toplum olamayacağı gibi STK da olamaz. Herhangi bir dernek hükümeti her durumda destekleyen bir dernek de olabilir bir baro da hükümetin tüm icraatlarını radikal bir şekilde destekleyebilir ya da reddedebilir. Bu da doğal karşılanabilir çünkü dernektir, vakıftır, hayır kurumudur. Hatta cemaattir, tarikattır ama hiç biri sivil toplum olarak düşünülemez. Bütün bunların sivil toplum olarak değerlendirilmesi yanlış olduğu gibi bu özel amaç da taşıyor olabilir. Çünkü sivil toplum STK’lardan farklı olarak bir platformdur, bir girişimdir, bir dayanışmadır. Dahası merkezcil ya da yapısal hiçbir şeydir ve hükümete direnmek üzere oluşan ve sonra dağılan bir oluşumdur. Bazen bu geçici oluşumlar konusu bakımından devamlılık gösterebilir ve o zaman da ya bir platform, ya bir girişim, inisiyatif veya benzer bir kimliğe bürünebilir. Örneğin bin yıllık İkizdere köyünde doğası yok edilerek ve kendilerine bile danışılmadan hükümet onayı ile açılacak taş ocağına karşı çıkan köylülerin direnişi bir sivil toplum örneğidir. Direnişleri kavramın tüm özelliklerini de içerirler. Direniş ne kadar uzun sürerse sivil toplum direnişi bir platform haline gelir ve diğer platformlardan ya da gönüllü bireylerden destek görerek güçlenir. Çünkü direniş tam da hükümetin kararına karşıdır. Ancak sivil toplum devletin yapamadığı ya da elinin uzanmadığı eksiklikleri gideren bir hayır cemiyeti değildir. Hükümetlerin yaptığı işleri öven yanlı dernekler de değildir. Sivil toplum bağımsızdır. Örneğin Kadın Cinayetlerini Önleme Platformu devletin kadını koruyamadığı için ve bu nedenle kadınları koruma amacıyla oluşmuş bir sivil toplum değildir. Bu oluşum devlet kadını koruyamadığı için devlete karşı direnen onun çıkardığı kadın karşıtı yasaları reddeden onu bu yanlışında devam etmesini engellemek için gerekirse sokağa çıkan bir oluşumdur. İstanbul Sözleşmesini kaldıran iradeye karşı çıkan, çocuk tecavüzcülerine iyi halden ceza indirimi yapan yargıya karşı tepki gösteren oluşumdur sivil toplum.
Sivil toplum radikal bir oluşumdur, tepki oluşumudur. Küçük bir köyde yaşlı kadınların hükümete karşı direnişi nasıl radikal ise, bütün dünyada aynı gün ve saatte meydanlarda toplanarak örneğin küresel ısınma, fosil yakıt kullanımı, Me Too gibi kadın tecavüzleri konularında küresel tepki de gösterebilirler. Sivil toplum radikal olmadıkça var olamaz. STK’larla bir tutulduklarında ise bilinçli bilinçsiz onu devletin yanına çekme yanlışına düşerler. Çünkü sivil toplumun tersine STK’lar (kuşkusuz bir bölümü) demokratik, demokratik olmayan ve hatta otokratik yönetimlerin kişiliksiz destekçileri haline geliyorlar. Bu tür STK’lar, hükümetlerin veya iş dünyasının amaçlarına hizmet etmemelidir. Mali sorunlarını bağımsız bir şekilde yalnızca üyelerinin geliri ile çözemeyeceklerse, ya yok olmayı göze almalı ya da sivil toplum platformu, girişimi, inisiyatifine dönüşmeli, bağımsızlaşmalıdır. Shaw, “sivil toplumun her zaman devletle simbiyotik bir şekilde bağlantılı görüldüğünü” iddia ediyor (Shaw 1994: 23). Bu bir sivil toplum için söylenmiş olamaz. Belki bazı STK’lar için uygundur ama sivil toplum devletle simbiyotik bir ilişkiye girdiği an varlık nedenini kaybeder. Çünkü devlet zaten toplumu kendine göre kontrol edebilmek için homojenleştirmek, toplumu da yanına çekmek ister. Bu yüzden kavrama uyan bir sivil toplumdan bahsediyorum ve bunu savunuyorum. Kahramanmaraş depremi için elinden gelen her şeyi kullanarak kilometrelerce yol alarak arkadaşlarıyla birlikte deprem bölgesine giden gönüllüler iki duygunun çelişkisi içindeydi. Bir yandan gereksinimi olan insanlara bu vicdani yardım için koşarken aslında ruhları ve akıllarında bu destek zamanında ve yeter düzeyde neden devlet tarafından yapılamıyor da bize kalıyor diye direniyordu aslında. İşte o anda aslında bu yardımseverlik ve özveri yerini bir sivil toplum direnişine bırakıyordu. Sivil toplum, belirli bir yer ve zamanda ulusal ya da küresel çapta hegemonyaya ve onun pratiklerine eylemli olarak karşı çıktığı zaman sivil toplumdur ve üstelik artık o siyasal bir toplumdur da. Bu güç küçümsenemez, başka oluşumların içinde eritilemez ve ezilemez de. Çünkü sivil toplum gücünü halkın özgür ve bağımsız iradesinden alır.
Kaynakça
Atatüre, Süha., (2016). The Tyranny of the Nation State, Turkish Political Quarterly,
Belge, Murat., 2003). Sivil Toplum ve Demokrasi Konferans Yazıları No 1, Bilgi Üniversitesi
Bozkurt, Veysel., (2020). Değişen dünyada sosyoloji, Ekin, Bursa, 12. (alıntı E. Durkeim).
Bowden, Brett., (2006). Civil Society, the state and the limits of to the global civil society,
Fukuyama, Fransis., (1995). Trust: the Social Virtues and the Creation of Prosperity, Penguin Books LTD, Hamish Hamilton LTD, London,
Hall, John A., (1998), The Nature of Civil Society, Society 35(4),
Keane, John., (1993). Sivil Toplum ve Devlet, (Çev. E. Akın, A. Bora, A. Çiğdem, L. Köker, M. Küçük, A. Nur) Ayrıntı,
Keyman, Fuat., (2004). Türkiye’de ve Avrupa’da Sivil Toplum Konferansı, Bilgi Üniversitesi
Shaw, Martin., (1994). Global Civil Society, Cambridge University Press, Cambridge,
Şahin, Osman, Akboğa, Sema., (2019). International Journal of Political Science & Urban Studies Volume 7, Nb 2, September 2019, ISSN 2630-6263, 405-427 DOI: 10.14782/ipsus.623237
Zaki Moheb., (2009). Civil Society&Democratization in Egypt, 1981-1994.:The Ibn Khaldun,
[1] Ayrıntılı açıklamalar için Bakınız Kaynakça, Murat Belge
[2] The future of the sivil society, Report by World Economic Forum 2012