End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
Yoksa “Serçelerin Gözyaşları” olarak mı başlamalı anlatmaya. Gerçek bir hikayeden sinema perdesine aktarılan, Serçenin Gözyaşı, filmi elbette doğada bulunan tüm kuşlar gibi narin, şirin varlığı ile sembolize edilerek, bir serçe ile özdeşleştirilerek anlatılıyor.
YÖNETMENİ KADIN, SENARYOSU KADIN VE ÖZNESİ KADIN
Özne, özne olmak.
Özgür olmak.
Ve bir de adı geçmişte içlerinden sadece birisi olarak “Özge Can” olmak!
Gerçek hikâye dedik, türkülerde gerçek hikayelerden yani yaşamışlıklardan olgunlaşıp, bir sazın tellerinden yeniden özgürleşmiyor mu?
Neşet Ertaş Usta, ne demişti:
“Kadın insandır, biz insanoğlu!”
İnsanoğlu’nun kainata verdiği fayda mı zarar mı, tartışıla dursun, biz kendi ülkemizin bitmeyen ızdırabına bakalım.
Ne Mor Çatı, ne avukatlar, ne sığınma evleri hâla çözümleyemiyor ise o zaman biraz daha temele, erkeklerin yetiştirilme, onlardan ne beklenildiğine kadar inilmeli belki de. Bazen değil çoğunlukla annelerin erkek evlatların bilhassa ataerkil toplumlarda evladına yüklediği görev, yaşayamadıklarının talebi, kendisini özgürleştirebilme gücüsünü tek kurtarıcı olarak görmesi, onlardan beklentileridir belki de. Ya da fazla istemeden zarar vererek sevmektir. Araştırmaya sosyologlar ve psikologlar bakmalıdır ama kanayan ve utanç yaramız, neredeyse gün aşırı bir kadının katledildiği bir ülkede ne kadar anlatsak, yazsak, oynasak, çizsek, ağlasak, yürüsek, eylem yapsak az.
Bu toplumsal bir meseledir.
Serçenin Gözyaşı filmi, oldukça dokunaklı yerden açılıyor. Ülkemizin belki de en güzel yaşanması gereken ama utanç tarihi olarak geçen bir Hıdırılellez ile başlar. Değil mi ki biz o sabah ağaç dallarına dilek yaparken kaç fidanı da katlettik. Düzen burada kadın-erkek ayrımı yapmadan devam ediyor, bu bir kenarda.
Hıdırellez günü aşkına kavuşmak isteyen ve birbirlerine o ağacın altında Allah’ın huzurunda yemin vererek adaklarını yapan köyün güzeller güzelinin hikayesinin anlatımı olarak gelişiyor.
Güzelseniz, yetenekliyseniz, başarılıysanız, düşmanınız çok olur.
Düşmanın çok olması aslında hayatta ne kadar iyi ve sağlam olduğunuzun göstergesi olsa da ya aşk, sevgi bir yaşam işte bilhassa köy yerinde; insanların ne iftiralar uğradığı, hayatlarının ne şekilde karartıldığı bir serçenin narinliğinde tüm kanatları değil tek tek tüyleri yolunarak anlatılıyor.
Filme konuk oyuncu olarak Tamer Karadağlı ve Özlem Gürses’de eşlik etmiş. Film, tüm kayıp giden hayatları ellerinden çalınan yaşanmamış yıldızlarına anısına bir saygı duruşu misali.
Ama gerek içeriği ve gerek sahnelerin uzun tutulması nedeniyle gerçeklerin çok daha can acıtacak olmasından ve belki de halkın bu kadar yorgun olmasından dolayı izleyici yoracak gibi görünüyor.
Yeşim Salkım’ın bir avukat ile duruşu, diğer oyuncuların mükemmel oyunları ve kayıp giden genç kızlarımıza saygı anlamında destek için desteklenir, elbette.
Geçmişi ama bir tarafta avukat bir tarafta babası kötülük yapan muhtarın kızı olarak iki mağdur kadının hikayesini dirsek birliği ve kız kardeşlik ülküsünde birleştiren senarist Şengül Boybaş ve Yönetmen, Aysun Akyüz Mehdiabbas’ı da kutluyoruz.
Keşke bunlar olmasa da bizler, Kadın Milli Voleybol Takımımızın öyküleri gibi örnekleri izleyebilsek.
Ama onlar bile tehdit edilmedi mi?
Daha aydınlık ve kadınların öncelikli ama kainatta ki tüm canlıların birbirini sevebildiği bir dünyayı en kısa sürede görmek ümidiyle.
YÖNETMENİ KADIN, SENARYOSU KADIN VE ÖZNESİ KADIN
Özne, özne olmak.
Özgür olmak.
Ve bir de adı geçmişte içlerinden sadece birisi olarak “Özge Can” olmak!
Gerçek hikâye dedik, türkülerde gerçek hikayelerden yani yaşamışlıklardan olgunlaşıp, bir sazın tellerinden yeniden özgürleşmiyor mu?
Neşet Ertaş Usta, ne demişti:
“Kadın insandır, biz insanoğlu!”
İnsanoğlu’nun kainata verdiği fayda mı zarar mı, tartışıla dursun, biz kendi ülkemizin bitmeyen ızdırabına bakalım.
Ne Mor Çatı, ne avukatlar, ne sığınma evleri hâla çözümleyemiyor ise o zaman biraz daha temele, erkeklerin yetiştirilme, onlardan ne beklenildiğine kadar inilmeli belki de. Bazen değil çoğunlukla annelerin erkek evlatların bilhassa ataerkil toplumlarda evladına yüklediği görev, yaşayamadıklarının talebi, kendisini özgürleştirebilme gücüsünü tek kurtarıcı olarak görmesi, onlardan beklentileridir belki de. Ya da fazla istemeden zarar vererek sevmektir. Araştırmaya sosyologlar ve psikologlar bakmalıdır ama kanayan ve utanç yaramız, neredeyse gün aşırı bir kadının katledildiği bir ülkede ne kadar anlatsak, yazsak, oynasak, çizsek, ağlasak, yürüsek, eylem yapsak az.
Bu toplumsal bir meseledir.
Serçenin Gözyaşı filmi, oldukça dokunaklı yerden açılıyor. Ülkemizin belki de en güzel yaşanması gereken ama utanç tarihi olarak geçen bir Hıdırılellez ile başlar. Değil mi ki biz o sabah ağaç dallarına dilek yaparken kaç fidanı da katlettik. Düzen burada kadın-erkek ayrımı yapmadan devam ediyor, bu bir kenarda.
Hıdırellez günü aşkına kavuşmak isteyen ve birbirlerine o ağacın altında Allah’ın huzurunda yemin vererek adaklarını yapan köyün güzeller güzelinin hikayesinin anlatımı olarak gelişiyor.
Güzelseniz, yetenekliyseniz, başarılıysanız, düşmanınız çok olur.
Düşmanın çok olması aslında hayatta ne kadar iyi ve sağlam olduğunuzun göstergesi olsa da ya aşk, sevgi bir yaşam işte bilhassa köy yerinde; insanların ne iftiralar uğradığı, hayatlarının ne şekilde karartıldığı bir serçenin narinliğinde tüm kanatları değil tek tek tüyleri yolunarak anlatılıyor.
Filme konuk oyuncu olarak Tamer Karadağlı ve Özlem Gürses’de eşlik etmiş. Film, tüm kayıp giden hayatları ellerinden çalınan yaşanmamış yıldızlarına anısına bir saygı duruşu misali.
Ama gerek içeriği ve gerek sahnelerin uzun tutulması nedeniyle gerçeklerin çok daha can acıtacak olmasından ve belki de halkın bu kadar yorgun olmasından dolayı izleyici yoracak gibi görünüyor.
Yeşim Salkım’ın bir avukat ile duruşu, diğer oyuncuların mükemmel oyunları ve kayıp giden genç kızlarımıza saygı anlamında destek için desteklenir, elbette.
Geçmişi ama bir tarafta avukat bir tarafta babası kötülük yapan muhtarın kızı olarak iki mağdur kadının hikayesini dirsek birliği ve kız kardeşlik ülküsünde birleştiren senarist Şengül Boybaş ve Yönetmen, Aysun Akyüz Mehdiabbas’ı da kutluyoruz.
Keşke bunlar olmasa da bizler, Kadın Milli Voleybol Takımımızın öyküleri gibi örnekleri izleyebilsek.
Ama onlar bile tehdit edilmedi mi?
Daha aydınlık ve kadınların öncelikli ama kainatta ki tüm canlıların birbirini sevebildiği bir dünyayı en kısa sürede görmek ümidiyle.