End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
Çoğunlukla, dokuz ay on günlük, bir maceranın öncesi ve sonrası olarak karşımıza bu hafta hoş bir film seçkisi çıkmaya hazırlanıyor.
Yönetmen Kıvanç Baruönü, basın ön gösteriminde açıklamış olduğu gibi “ tüm duyduklarım, anlatılanlar ve deneyimlerim” sentezi ve elbette Gupse Özay performansı ile.
Gupse Özay’ın, Deliha (2014/2018) adeta, bir dönemin Çılgın Bediş tarzından; yıllar içerisinde serpilerek gelişen ve bir çekirdek ailenin olmazsa olmazları; gelin/elti/kayınvalide/görümce yansımalarını sunmuş olduğu performanslarının (Görümce-2016/Eltilerin Savaşı-2020)nihayeti, evlerine girecek olan ve ailelerin hep beklemiş olduğu gibi bir bebek ile taçlanacak olan düşün aktarımı, finaline doğru insan ve bilhassa Türk toplumunda, aile yapısı ve sosyal etkileşim, içerindeki durumunun haritasını çok güzel çiziyor.
Toplam olarak 1 saat 58 dakikalık sürede, daha önce “Görümce” filminde bir araya gelen, yönetmen Kıvanç Baruönü ve Gupse Özay, ekip çalışmasını burada da en iyi şekilde gerçekleştirmişler ki, film sonrası kamera arkası görüntülerinden de sadece film çekmediklerini, çekerken de son derece eğlendiklerini göstermekte.
Her bireyin oluşumu, ailesinden aldığı ve onlarında ailelerinden doğrusu ve yanlışı ile bir nevi bayrak yarışı gibi öğrendikleri, hayata geçirirken de doğru olarak kabul ettikleri, inanç sistemi üzerinden şekillenir. Birde köklerden gelen adetler vardır.
Mesela en basitinden, kız isteme merasiminde damat adayına içirilecek olan tuzlu kahve kısmı. Filmin içinde yer almasa da, böyle bir adetimizin olmadığının altını çizerek girelim ve filmin içerisinde verilen doğrum sonrası, Al Basması, buna bağlı olarak Kırmızı Kurdele gibi batılları ve buna bağlı yansımalarını çok hoş bir şekilde getirmesi.
Aile birliğinin, çekirdek ailenin temelleri ve bu temelleri oluşturan dinamitlerin koşullarını bütünden alıp bireye indirgeyen ve an başta da belirttiğimiz gibi birey, arkadaşlık, dostluk, bende yok onda var’a, geçiveren açmazları.
Teknolojinin bilhassa ülkemizde görgüsüzce kullanılması, mutsuz kişilerin mutsuzluklarını, sosyal medya alanında sanki mutluymuş gibi psikolojik tatmin yaşamalarından; aile olma kavramında, kadın ve erkeğin sorumluluğuna uzanan, uzun bir çetelede final muhteşem.
İşte tam da burada oldukça uzun tutulan süre ile ve rahmetli Barış Manço’nun eseri, Kara Sevda, şarkısı ile perçinlenen; ilişkilerde ki Kara Sevdalarımız ve boyutunu; bireyden alıp, sonunda annelere evrildiği kısım, satır satır ayakta alkışlanır.
Bu noktada yönetmenin bahsetmiş olduğu deneyimler kadar, perde arkasındaki psikoloji ve evrensel var oluş hikayemizde, hâlâ kendini bulamayanlara da bir ders niteliğinde yumuşak geçiş olarak sunuyor.
Nedir, bunlar dersek:
Çocuğunu, annesi yapan anneler,
Kocasından bulamadığı ilgiyi, sevgiyi çocuğuna tutunarak; çocuğunun gerçekten kendinden bir başkasını sevebilmesini, nefes almasına imkan tanımayan anneler,
Doğurduğu andan yapışıp, kollayıp gözetmek, öğretmek ve engel olmaması gerekenler, en çok hayatta üzerlerimizde katkısı olan annelerin, bilinçli ya da bilinçsiz hatalarını, evlatları mutsuzlukları ile öderken; üstüne yapışmış adetler ve hurafeler sinsilesi ile artık nasırlaşmış ve kabullenişin, yaşamsal süreçte üzerlerinde yaratılan baskının tezahürü hafif geçiş ile beyaz perdede.
Anneler başımızın tacı. Hele ileri yaş anneleri, ben yaşam koçu olarak nitelendiriyorum. Ama herkes gibi elbette onlarında yanlışları var. Burada şanslı ki Burcu (Gupse Özay), karşılıklı olarak iyi annelere sahip.
Annelerin ve babaların görevi, yaşamlarında evlatlarına rehberlik etmek. Ama bizim gibi ataerkil kökenle serpilen, toprağa bu niyetle ekilen tohumların hasadında arızalar çıkması gayet doğal. İşte orada da sevgi ortaya çıkıyor.
Bu kadar verici olan Burcu’nun, arkadaşına doğum gününde evlilik teklifi için müstakbel eş adayı ile birlik olup, güzel plan yaparken; lohusalık ile gelen dönüşümü, hormonsal olmanın dışında annesinin yetiştirme tarzından dolayı verici olmasının tezahürü de verilmekte.
Neticede her karakterin, tek tek yaşamsal analizi yapılmış, iyi irdelenmiş, kesinlikle bu kişiler var diyebileceğiniz, izlerken ve gülümserken düşüneceğiniz, bir Loğusa filmi, kırkı çıkana kadar, apartmanın sekiz nolu dairesinde, Burcu ile Onur(Onur Gürçay)’n hayatlarının değişimine siz, izleyicileri de ortak edecekler.
Filmde en çok finalde hamam sahnesinde, bu kadar badire atlatıp, tükenme noktasına geldikten sonra bile böyle sevgi dolu bir insanın, yine de mutsuz bir ilişki içerisinde olan ve sırf arkadaşının ilkokul arkadaşı olduğu için dayanmak zorunda kalsa da ve sonunda dozu artan çirkeflik, hırçınlık sarmalında yapanın aslında kendi mutsuzluğundan dolayı yaptığını, bırakın yapsın diyerek ve sarılması ile gerçek anneliğin, o merhamet duygusunun sadece doğurmakla da olmadığının altını çizdiği kısım beni çok etkiledi.
Netice de konu doğurmak annelik ama nice kadınlar var; ağaca, var olmuş her canlıya, kimin çocuğu olduğuna bakmaksızın şefkatli yüreği ile koşan, bağrına basan.
Kadının özü bu zaten üreten, doğuran, çoğaltan, yaşatan.
O yüzden hep derim; kadın var kadın var!
Şefkat, merhamet ve buna bağlı olarak sorumluluk, aidiyet ve her şeye rağmen taze anne Burcu karakteri üzerinden yani Gupse Özay’ın oyunculuğu üzerinden o kadar güzel şekilleniyor ki.
Kim bilir, bu kadar filmden sonra belki kendisi de gerçekten anne olmaya adaydır.
Ne olursa güzel ve hayrına olsun!
Tebrikler…
Bu arada lohusanın en güzel kısmı şerbeti.
Yönetmen Kıvanç Baruönü, basın ön gösteriminde açıklamış olduğu gibi “ tüm duyduklarım, anlatılanlar ve deneyimlerim” sentezi ve elbette Gupse Özay performansı ile.
Gupse Özay’ın, Deliha (2014/2018) adeta, bir dönemin Çılgın Bediş tarzından; yıllar içerisinde serpilerek gelişen ve bir çekirdek ailenin olmazsa olmazları; gelin/elti/kayınvalide/görümce yansımalarını sunmuş olduğu performanslarının (Görümce-2016/Eltilerin Savaşı-2020)nihayeti, evlerine girecek olan ve ailelerin hep beklemiş olduğu gibi bir bebek ile taçlanacak olan düşün aktarımı, finaline doğru insan ve bilhassa Türk toplumunda, aile yapısı ve sosyal etkileşim, içerindeki durumunun haritasını çok güzel çiziyor.
Toplam olarak 1 saat 58 dakikalık sürede, daha önce “Görümce” filminde bir araya gelen, yönetmen Kıvanç Baruönü ve Gupse Özay, ekip çalışmasını burada da en iyi şekilde gerçekleştirmişler ki, film sonrası kamera arkası görüntülerinden de sadece film çekmediklerini, çekerken de son derece eğlendiklerini göstermekte.
Her bireyin oluşumu, ailesinden aldığı ve onlarında ailelerinden doğrusu ve yanlışı ile bir nevi bayrak yarışı gibi öğrendikleri, hayata geçirirken de doğru olarak kabul ettikleri, inanç sistemi üzerinden şekillenir. Birde köklerden gelen adetler vardır.
Mesela en basitinden, kız isteme merasiminde damat adayına içirilecek olan tuzlu kahve kısmı. Filmin içinde yer almasa da, böyle bir adetimizin olmadığının altını çizerek girelim ve filmin içerisinde verilen doğrum sonrası, Al Basması, buna bağlı olarak Kırmızı Kurdele gibi batılları ve buna bağlı yansımalarını çok hoş bir şekilde getirmesi.
Aile birliğinin, çekirdek ailenin temelleri ve bu temelleri oluşturan dinamitlerin koşullarını bütünden alıp bireye indirgeyen ve an başta da belirttiğimiz gibi birey, arkadaşlık, dostluk, bende yok onda var’a, geçiveren açmazları.
Teknolojinin bilhassa ülkemizde görgüsüzce kullanılması, mutsuz kişilerin mutsuzluklarını, sosyal medya alanında sanki mutluymuş gibi psikolojik tatmin yaşamalarından; aile olma kavramında, kadın ve erkeğin sorumluluğuna uzanan, uzun bir çetelede final muhteşem.
İşte tam da burada oldukça uzun tutulan süre ile ve rahmetli Barış Manço’nun eseri, Kara Sevda, şarkısı ile perçinlenen; ilişkilerde ki Kara Sevdalarımız ve boyutunu; bireyden alıp, sonunda annelere evrildiği kısım, satır satır ayakta alkışlanır.
Bu noktada yönetmenin bahsetmiş olduğu deneyimler kadar, perde arkasındaki psikoloji ve evrensel var oluş hikayemizde, hâlâ kendini bulamayanlara da bir ders niteliğinde yumuşak geçiş olarak sunuyor.
Nedir, bunlar dersek:
Çocuğunu, annesi yapan anneler,
Kocasından bulamadığı ilgiyi, sevgiyi çocuğuna tutunarak; çocuğunun gerçekten kendinden bir başkasını sevebilmesini, nefes almasına imkan tanımayan anneler,
Doğurduğu andan yapışıp, kollayıp gözetmek, öğretmek ve engel olmaması gerekenler, en çok hayatta üzerlerimizde katkısı olan annelerin, bilinçli ya da bilinçsiz hatalarını, evlatları mutsuzlukları ile öderken; üstüne yapışmış adetler ve hurafeler sinsilesi ile artık nasırlaşmış ve kabullenişin, yaşamsal süreçte üzerlerinde yaratılan baskının tezahürü hafif geçiş ile beyaz perdede.
Anneler başımızın tacı. Hele ileri yaş anneleri, ben yaşam koçu olarak nitelendiriyorum. Ama herkes gibi elbette onlarında yanlışları var. Burada şanslı ki Burcu (Gupse Özay), karşılıklı olarak iyi annelere sahip.
Annelerin ve babaların görevi, yaşamlarında evlatlarına rehberlik etmek. Ama bizim gibi ataerkil kökenle serpilen, toprağa bu niyetle ekilen tohumların hasadında arızalar çıkması gayet doğal. İşte orada da sevgi ortaya çıkıyor.
Bu kadar verici olan Burcu’nun, arkadaşına doğum gününde evlilik teklifi için müstakbel eş adayı ile birlik olup, güzel plan yaparken; lohusalık ile gelen dönüşümü, hormonsal olmanın dışında annesinin yetiştirme tarzından dolayı verici olmasının tezahürü de verilmekte.
Neticede her karakterin, tek tek yaşamsal analizi yapılmış, iyi irdelenmiş, kesinlikle bu kişiler var diyebileceğiniz, izlerken ve gülümserken düşüneceğiniz, bir Loğusa filmi, kırkı çıkana kadar, apartmanın sekiz nolu dairesinde, Burcu ile Onur(Onur Gürçay)’n hayatlarının değişimine siz, izleyicileri de ortak edecekler.
Filmde en çok finalde hamam sahnesinde, bu kadar badire atlatıp, tükenme noktasına geldikten sonra bile böyle sevgi dolu bir insanın, yine de mutsuz bir ilişki içerisinde olan ve sırf arkadaşının ilkokul arkadaşı olduğu için dayanmak zorunda kalsa da ve sonunda dozu artan çirkeflik, hırçınlık sarmalında yapanın aslında kendi mutsuzluğundan dolayı yaptığını, bırakın yapsın diyerek ve sarılması ile gerçek anneliğin, o merhamet duygusunun sadece doğurmakla da olmadığının altını çizdiği kısım beni çok etkiledi.
Netice de konu doğurmak annelik ama nice kadınlar var; ağaca, var olmuş her canlıya, kimin çocuğu olduğuna bakmaksızın şefkatli yüreği ile koşan, bağrına basan.
Kadının özü bu zaten üreten, doğuran, çoğaltan, yaşatan.
O yüzden hep derim; kadın var kadın var!
Şefkat, merhamet ve buna bağlı olarak sorumluluk, aidiyet ve her şeye rağmen taze anne Burcu karakteri üzerinden yani Gupse Özay’ın oyunculuğu üzerinden o kadar güzel şekilleniyor ki.
Kim bilir, bu kadar filmden sonra belki kendisi de gerçekten anne olmaya adaydır.
Ne olursa güzel ve hayrına olsun!
Tebrikler…
Bu arada lohusanın en güzel kısmı şerbeti.