End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
2022 Uluslararası En İyi Yabancı Film Oscar ödülünü alan Drive My Car, filminin yönetmeninden, bu yıl Venedik Film Festivalinde, büyük ödüle layık görülen, bir Ryûsuke Hamaguchi filmi, “Aka wa sonzai shinai”, yani “KÖTÜLÜK DİYE BİR ŞEY YOK”,vizyona giriyor.
Kötülük diye bir şey yok, doğru. Ne yaparsa, insanoğlu yapıyor. Hem de bunca geçen asırlara, devrimlere rağmen hem cehaletle kalışı ve de doyumsuz oluşu ile.
Yönetmen, Hamaguchi’nin diğer filmlerinde olduğu gibi birkaç disiplini yine bir araya getirerek, ağırlığı Antropoloji noktasından yükseltiyor.
Ormanlara yürüyüşe gidenlerin daha iyi bileceği gibi doğanın bekâretini, kamerasının dönüşleri ile uzun uzun bir yolculuğa çıkarıyor, önce yönetmen. Bu, adı dünya denilen, botanik bahçenin mikrosunun merdivenlerinden indirerek, bu sayede Japonya’da, Tokyo’ya yakın bakir bir orman içinde, dağların perdesinde, bir babanın sekiz yaşındaki kızı Hana’ya orman içini değil aslında makro düzeyde, hayatı öğrettiği, noktayı seyirci ile paylaşıyor. Bu paylaşmanın nedeni, aslında filmin ana konusunu oluşturmakta. Yani insanoğlu tarafından dengesi bozulan ekolojik (çevrebilim) yapının, ana konusu bu film. Elbette giriş, gelişme ve sonuç bölümleri olarak yaban geyiklerini öldürmek sureti ile duyulan silah sesleriyle ortaya koyuyor.
DENGE ANAHTARDIR
-Kötülük diye bir şey yok-filmini, bir kitap gibi okuyacaksınız. Keşke üç boyutlu olsa da bizde o ormanın kokusunu, yere bastığımızda dökülmüş yapraklardan oluşan hışırtı senfonisi içinde, ne kadar yalın bir çoğullukta olduğumuzu daha iyi hissedebilseydik.
Film içinde, Antropoloji dedim, bunu insanın evrimleşme süreci olarak ifade etmeye çalışırsak; tüm Sapiens noktalarından süzülüp, ateşi ve de ilk el aleti olan, “balta” ile yolculuğu, Tokyo’ya yakın bu içinde, bir göl bulunan ve etrafı adeta bir dantel örtüsü gibi dağlarla çevrili, orman arazisine yatırım (glamping) yapacak olan para simsarı, doğa katillerinin, alana bir ajans yetkililerini gönderip, halk ile konuşmaları ile başlar. Bu, Kötülük Diye Bir şey Yok-filminin, gelişme bölümünün girişi. Muhtarları başkanlığında toplanan halk, gelen misafirlere sorduğu sorular ile adeta ters köşe yaparlar.
Bilinçli olan halkın bilgisi, yaşadıkları ve kendilerinin de bir kişi hariç (Hana’nın babası Takumi- Kendi ifadesi ile tuhaf işleri ve her şeyi bilen adam) başka yerlerden göçmüş ve bu bölgenin “tarım” yapılması için sunulmuş olduğunu öncelik vererek belirtmeleri ile Antropoloji anlamında, İnsanlaşma, sürecinin mağaradan çıkış, avcı-toplayıcı toplumdan, insanlığın sözde daha iyiye evrilmesi gerekirken, tarıma geçişini vererek; gönderme yapar. Hiçbir şeyden haberleri olmayan ajans sahibi şirket tarafından alana görevlendirilmiş olan bir kadın, bir erkek iki kişinin ellerinde bulunan son teknoloji olan bilgisayar/notebook modelinin Apple model olması da bilinçli.
Yönetmen tüm kavramları, büyük bir dinginlik içinde ormanın mis kokusu arasında, kirletilen doğanın insanlık sıfatı içerisine, gerçeği usul usul şırınga edişi, ter yüz edişi ise gelişir. Yani tarım toplumu görmüş olan insanlık sürecinin, artık suyun akış yönünü bildiği/bilmesi gerektiği için, binaların inşasını ve sadece modern çadırlar kurarak, şehirlerden kaçacak hafta sonu için değerlendirme alanlarını kullansın, iş yapıcı çabucak para kazansın diye; saf suyu kirletmeyi, hatta foseptik akışını tam da buraya kurmaktan çekinmeyeceğini, insanlığın kirliliğinin bitmeyişi, üzerinden harmanlar. Yer yer tezek kokuları arasında dolaşan Hana’yı, ormanda kaybolacağı final sahnesine kadar babası tarafından çok iyi yetiştirilen, kâh babasının sırtında, kâh yürüyerek, tüm ormanı ve bu ormanın gerçek sahiplerini tanıyarak büyümektedir. Siyan çam, kırmızı Karaçam. Öyle ki babası tarafından yerde ölüsü bulunan ve karnından vurularak öldürülen yavru yaban geyiğinin, neden öldürüldüğünü anlamaya çalışan; diğer yanda insanlığın sözüm ona gelişmiş, büyümüş ve olgunlaşmış olan yüzünü burjuvazi ile demleyip, bir masa etrafında toplanan ve şarap içmekte olan, Japonya’lı kasaba yerlilerinin sözünü, yine toplantıda olduğu gibi muhtar kesecektir.
Yani şarap kadehini parmakları arasında dolaştırıp, ağızları arasında gezdirdikleri yudumlar turundan sonra ile hâla evrilememiş, sözde entelektüel ama doğadan hatta kendi doğalarından bir haber, topluluklara göndermesini de, bir sülün tüyü, üzerinden yapar. Enstrüman çalmakta faydalı olan sülün tüyünü, güzelce bir kumaş parçasına itina ile saran muhtara, hayranlıkla ve merakla bakan bir kız çocuğu vardır.
Tarihi, evrimleşme, modernleşme olarak; sırası ile gitmesi gereken yani; mağara dönemi, avcı toplayıcı, tarım ve endüstri noktalarını bozanın, yine insanlık ve onun bitmek bilmeyen hırsları olduğunu tanımlayan yönetmenin, asıl göstermek istedikleri; başta belirtmiş olduğum gibi sırasının bozulmasını, tarım ve avcı dönemi arasında değişmeleri; ajans sahiplerinden kadın olanın, ormanda yürürken ormanın esas sahiplerini, hiç bilmediği için ve hayatı boyunca –Hana- gibi eğitici ve öğretici, (tabi bu aslında bir nevi yaratıcı olarak da tanımlanabilir) bir Baba figürü ile yetişmediğinden, filmin başında gösterilen, tüm ağaçlar ve ne işe yaradıkları, hangilerine dokunulur ya da dokunulmaz olduğunun açılımını, ajans yetkilisi kadının kesilen eli üzerinden, ormanın içindeki ağacın dallarından sızmakta olan kanda gösterir.
Yani Takumi’nin dediği gibi “Denge anahtardır, aşırılığa giden her şeyin bir dengesi olmalıdır.” noktasını, kendi sahalarına uygun olmadığı, projenin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini talep eden halka çözüm önerisi olarak bölgeye atanacak bir bekçi fikri, yine filmin asıl kahramanı yani yaratıcı güç ya da insanın kendi özünü kaybetmeyişinin tezahürü olan Takumi’nin, söylemi ve yeni kurulacak alana bekçi olma sıfatı ile terfi teklfini aldıktan sonra net söylemi ile duyulur:
“Benim bir işe de, paraya da ihtiyacım yok” deyişi, insanoğlunun aidiyetleri üzerinden tüm bağımlılıklarını açar. Öyle ki erkek olan ajans yetkilisinin, ta ki bir balta kullanarak odun parçalamanın zorluğunu aşmayı, yine usta öğretici, Takumi ‘den öğrenecek ve bekçi olmaya karar verecektir.
Tüm bunların izinde, finale doğru kaybolan ve tüm erkeklerin, Hana’yı ararken, ajans yetkilisi kadını, eli kesik evde bırakmaları; avcı-toplayıcı topluma göndermedir, yani erkek avlar, yakalar getirir ve kadın evde tüm her şeyi yapar, pişirir ve değerlendirir.
Yamalı bohça haline getirilen dünyanın, sözde evrimleşememiş, savaş ise savaş, devrim ise devrimlere rağmen ilerleyemeyişini, yine insanoğlunun kibirine, hırsına ve her şeye azgınlığına bağlayarak; bu işten, “Burnu kanayarak kurtulabilmenin”, ölmekten ya da öldürülmekten, daha değeri olduğunu, çünkü iyiliğin baki olduğu kadar, sözde “ insan” denen değil, “insansı”, olanlar sayesinde esas,
–Kötülük Diye Bir Şey Yok-zaten, siz tamamı ile kötüsünüz, fikrini vererek düşündürmeye sevk eder.
Bazı filmler, anlama kapalı ve yoruma açık filmlerdir. Bu şahane film de, onlardan birisi. Okumak için sanırım, en çok doğa ile kol kola, rüzgârın nereden iyi geleceğini bilmek ya da iyi babalardan yetişmiş olmak gerekiyor. Benim doğam, bana bunu fısıldıyor, çünkü.
Ve bu filmde verilen, en başta filmin açılış sahnesi olan kameraları, ormanın ve dünyanın ciğerleri olan ağaçların dantel gibi adeta bir büyük yelpaze edasıyla açılışındaki ihtişamı; sürekli önde yasta olan siyah paltosu ile bir baba; ya da bir yaratıcı, evrenin sahibi olarak sunarken. Kendisini, kuşaklar sonrası temsil edecek olan kızının; mavi paltosu, mavi beresi, beyaz kazağı ile hep gerçek bir –özgürlük- sunumunu gösterir. Özgürlük, sade insanoğluna ait değil elbette, katleden insanoğlundan korunabilmek de özgürlük, yaşayan diğer tüm varlıklar için.
Talan edilmemiş araziler, yağmalanmamış topraklar, bentler çekilmemiş dereler, gibi…
Ve sekiz yaşında ki kız çocuğu, Hana’nın mevcut yaşı, sonsuzluğu verirken, diğer yandan elinde ki eldivenlerin sarı olması, Japonlara göre, “dikkat” noktası, benim yorumlarım içerisinde de sanatın, doğurganlığın ve üretmenin rengi olan –sarı-‘lı eldivenler; kadınların ellerinden yeşerecek olan, yeniden ormanlar ve kurtulacak dünya, diyor.
Başa dönersek, Amerika’lılaşmış ya da sisteme boyun eğmiş, teknoloji devlerinin yatırımlarının, sözde “insanlık gelişimi-dönüşümü” olarak verilenlerin, dünya var olduğu andan itibaren geri dönüp baktığımızda, dengesinin çoktan kaybolduğunu ve filmin ortasında ajans sahiplerinin, başta aptal yerine koydukları yerel halka karşı –bu kadar duygusal olmayın, bakın buralara Tokyo’dan insanlar gelecek, iş yapacaksınız, para kazanacaksınız, eriştelerinizi yiyecekler dükkânınız dolacak, büyüyecek”, söylemleri ile yapacaklar. Bu satırları okurken sizlere çok da yabancı gelmemiş olmalı.
Ve işgal, her türlü devam edecek, ister bu bir atom bombası ile olsun, tüm çocukların katledildiği ve tüm canlıların. İster, içme suyuna foseptik suyunun karıştırılması ya da zehirli hava ile olsun.
Ormanları yok etmek, dünyayı yok etmektir.
Ağaçlar; sessiz canlılardır. Her şeyi bilirler, kökleri her birimizin ömründen çok.
Bu muhteşem filmi, bu detaylı okumadan sonra daha da iyi anlayacağınızı tahmin ediyorum.
Keyifli seyirler.
ÖDÜLLER: 2023 Venedik Büyük Jüri Ödülü, FIBRESCI Ödülü, 2023 San Sebastian Greenpeace Ödülü, 2023 Londra En İyi Film.
Kötülük diye bir şey yok, doğru. Ne yaparsa, insanoğlu yapıyor. Hem de bunca geçen asırlara, devrimlere rağmen hem cehaletle kalışı ve de doyumsuz oluşu ile.
Yönetmen, Hamaguchi’nin diğer filmlerinde olduğu gibi birkaç disiplini yine bir araya getirerek, ağırlığı Antropoloji noktasından yükseltiyor.
Ormanlara yürüyüşe gidenlerin daha iyi bileceği gibi doğanın bekâretini, kamerasının dönüşleri ile uzun uzun bir yolculuğa çıkarıyor, önce yönetmen. Bu, adı dünya denilen, botanik bahçenin mikrosunun merdivenlerinden indirerek, bu sayede Japonya’da, Tokyo’ya yakın bakir bir orman içinde, dağların perdesinde, bir babanın sekiz yaşındaki kızı Hana’ya orman içini değil aslında makro düzeyde, hayatı öğrettiği, noktayı seyirci ile paylaşıyor. Bu paylaşmanın nedeni, aslında filmin ana konusunu oluşturmakta. Yani insanoğlu tarafından dengesi bozulan ekolojik (çevrebilim) yapının, ana konusu bu film. Elbette giriş, gelişme ve sonuç bölümleri olarak yaban geyiklerini öldürmek sureti ile duyulan silah sesleriyle ortaya koyuyor.
DENGE ANAHTARDIR
-Kötülük diye bir şey yok-filmini, bir kitap gibi okuyacaksınız. Keşke üç boyutlu olsa da bizde o ormanın kokusunu, yere bastığımızda dökülmüş yapraklardan oluşan hışırtı senfonisi içinde, ne kadar yalın bir çoğullukta olduğumuzu daha iyi hissedebilseydik.
Film içinde, Antropoloji dedim, bunu insanın evrimleşme süreci olarak ifade etmeye çalışırsak; tüm Sapiens noktalarından süzülüp, ateşi ve de ilk el aleti olan, “balta” ile yolculuğu, Tokyo’ya yakın bu içinde, bir göl bulunan ve etrafı adeta bir dantel örtüsü gibi dağlarla çevrili, orman arazisine yatırım (glamping) yapacak olan para simsarı, doğa katillerinin, alana bir ajans yetkililerini gönderip, halk ile konuşmaları ile başlar. Bu, Kötülük Diye Bir şey Yok-filminin, gelişme bölümünün girişi. Muhtarları başkanlığında toplanan halk, gelen misafirlere sorduğu sorular ile adeta ters köşe yaparlar.
Bilinçli olan halkın bilgisi, yaşadıkları ve kendilerinin de bir kişi hariç (Hana’nın babası Takumi- Kendi ifadesi ile tuhaf işleri ve her şeyi bilen adam) başka yerlerden göçmüş ve bu bölgenin “tarım” yapılması için sunulmuş olduğunu öncelik vererek belirtmeleri ile Antropoloji anlamında, İnsanlaşma, sürecinin mağaradan çıkış, avcı-toplayıcı toplumdan, insanlığın sözde daha iyiye evrilmesi gerekirken, tarıma geçişini vererek; gönderme yapar. Hiçbir şeyden haberleri olmayan ajans sahibi şirket tarafından alana görevlendirilmiş olan bir kadın, bir erkek iki kişinin ellerinde bulunan son teknoloji olan bilgisayar/notebook modelinin Apple model olması da bilinçli.
Yönetmen tüm kavramları, büyük bir dinginlik içinde ormanın mis kokusu arasında, kirletilen doğanın insanlık sıfatı içerisine, gerçeği usul usul şırınga edişi, ter yüz edişi ise gelişir. Yani tarım toplumu görmüş olan insanlık sürecinin, artık suyun akış yönünü bildiği/bilmesi gerektiği için, binaların inşasını ve sadece modern çadırlar kurarak, şehirlerden kaçacak hafta sonu için değerlendirme alanlarını kullansın, iş yapıcı çabucak para kazansın diye; saf suyu kirletmeyi, hatta foseptik akışını tam da buraya kurmaktan çekinmeyeceğini, insanlığın kirliliğinin bitmeyişi, üzerinden harmanlar. Yer yer tezek kokuları arasında dolaşan Hana’yı, ormanda kaybolacağı final sahnesine kadar babası tarafından çok iyi yetiştirilen, kâh babasının sırtında, kâh yürüyerek, tüm ormanı ve bu ormanın gerçek sahiplerini tanıyarak büyümektedir. Siyan çam, kırmızı Karaçam. Öyle ki babası tarafından yerde ölüsü bulunan ve karnından vurularak öldürülen yavru yaban geyiğinin, neden öldürüldüğünü anlamaya çalışan; diğer yanda insanlığın sözüm ona gelişmiş, büyümüş ve olgunlaşmış olan yüzünü burjuvazi ile demleyip, bir masa etrafında toplanan ve şarap içmekte olan, Japonya’lı kasaba yerlilerinin sözünü, yine toplantıda olduğu gibi muhtar kesecektir.
Yani şarap kadehini parmakları arasında dolaştırıp, ağızları arasında gezdirdikleri yudumlar turundan sonra ile hâla evrilememiş, sözde entelektüel ama doğadan hatta kendi doğalarından bir haber, topluluklara göndermesini de, bir sülün tüyü, üzerinden yapar. Enstrüman çalmakta faydalı olan sülün tüyünü, güzelce bir kumaş parçasına itina ile saran muhtara, hayranlıkla ve merakla bakan bir kız çocuğu vardır.
Tarihi, evrimleşme, modernleşme olarak; sırası ile gitmesi gereken yani; mağara dönemi, avcı toplayıcı, tarım ve endüstri noktalarını bozanın, yine insanlık ve onun bitmek bilmeyen hırsları olduğunu tanımlayan yönetmenin, asıl göstermek istedikleri; başta belirtmiş olduğum gibi sırasının bozulmasını, tarım ve avcı dönemi arasında değişmeleri; ajans sahiplerinden kadın olanın, ormanda yürürken ormanın esas sahiplerini, hiç bilmediği için ve hayatı boyunca –Hana- gibi eğitici ve öğretici, (tabi bu aslında bir nevi yaratıcı olarak da tanımlanabilir) bir Baba figürü ile yetişmediğinden, filmin başında gösterilen, tüm ağaçlar ve ne işe yaradıkları, hangilerine dokunulur ya da dokunulmaz olduğunun açılımını, ajans yetkilisi kadının kesilen eli üzerinden, ormanın içindeki ağacın dallarından sızmakta olan kanda gösterir.
Yani Takumi’nin dediği gibi “Denge anahtardır, aşırılığa giden her şeyin bir dengesi olmalıdır.” noktasını, kendi sahalarına uygun olmadığı, projenin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini talep eden halka çözüm önerisi olarak bölgeye atanacak bir bekçi fikri, yine filmin asıl kahramanı yani yaratıcı güç ya da insanın kendi özünü kaybetmeyişinin tezahürü olan Takumi’nin, söylemi ve yeni kurulacak alana bekçi olma sıfatı ile terfi teklfini aldıktan sonra net söylemi ile duyulur:
“Benim bir işe de, paraya da ihtiyacım yok” deyişi, insanoğlunun aidiyetleri üzerinden tüm bağımlılıklarını açar. Öyle ki erkek olan ajans yetkilisinin, ta ki bir balta kullanarak odun parçalamanın zorluğunu aşmayı, yine usta öğretici, Takumi ‘den öğrenecek ve bekçi olmaya karar verecektir.
Tüm bunların izinde, finale doğru kaybolan ve tüm erkeklerin, Hana’yı ararken, ajans yetkilisi kadını, eli kesik evde bırakmaları; avcı-toplayıcı topluma göndermedir, yani erkek avlar, yakalar getirir ve kadın evde tüm her şeyi yapar, pişirir ve değerlendirir.
Yamalı bohça haline getirilen dünyanın, sözde evrimleşememiş, savaş ise savaş, devrim ise devrimlere rağmen ilerleyemeyişini, yine insanoğlunun kibirine, hırsına ve her şeye azgınlığına bağlayarak; bu işten, “Burnu kanayarak kurtulabilmenin”, ölmekten ya da öldürülmekten, daha değeri olduğunu, çünkü iyiliğin baki olduğu kadar, sözde “ insan” denen değil, “insansı”, olanlar sayesinde esas,
–Kötülük Diye Bir Şey Yok-zaten, siz tamamı ile kötüsünüz, fikrini vererek düşündürmeye sevk eder.
Bazı filmler, anlama kapalı ve yoruma açık filmlerdir. Bu şahane film de, onlardan birisi. Okumak için sanırım, en çok doğa ile kol kola, rüzgârın nereden iyi geleceğini bilmek ya da iyi babalardan yetişmiş olmak gerekiyor. Benim doğam, bana bunu fısıldıyor, çünkü.
Ve bu filmde verilen, en başta filmin açılış sahnesi olan kameraları, ormanın ve dünyanın ciğerleri olan ağaçların dantel gibi adeta bir büyük yelpaze edasıyla açılışındaki ihtişamı; sürekli önde yasta olan siyah paltosu ile bir baba; ya da bir yaratıcı, evrenin sahibi olarak sunarken. Kendisini, kuşaklar sonrası temsil edecek olan kızının; mavi paltosu, mavi beresi, beyaz kazağı ile hep gerçek bir –özgürlük- sunumunu gösterir. Özgürlük, sade insanoğluna ait değil elbette, katleden insanoğlundan korunabilmek de özgürlük, yaşayan diğer tüm varlıklar için.
Talan edilmemiş araziler, yağmalanmamış topraklar, bentler çekilmemiş dereler, gibi…
Ve sekiz yaşında ki kız çocuğu, Hana’nın mevcut yaşı, sonsuzluğu verirken, diğer yandan elinde ki eldivenlerin sarı olması, Japonlara göre, “dikkat” noktası, benim yorumlarım içerisinde de sanatın, doğurganlığın ve üretmenin rengi olan –sarı-‘lı eldivenler; kadınların ellerinden yeşerecek olan, yeniden ormanlar ve kurtulacak dünya, diyor.
Başa dönersek, Amerika’lılaşmış ya da sisteme boyun eğmiş, teknoloji devlerinin yatırımlarının, sözde “insanlık gelişimi-dönüşümü” olarak verilenlerin, dünya var olduğu andan itibaren geri dönüp baktığımızda, dengesinin çoktan kaybolduğunu ve filmin ortasında ajans sahiplerinin, başta aptal yerine koydukları yerel halka karşı –bu kadar duygusal olmayın, bakın buralara Tokyo’dan insanlar gelecek, iş yapacaksınız, para kazanacaksınız, eriştelerinizi yiyecekler dükkânınız dolacak, büyüyecek”, söylemleri ile yapacaklar. Bu satırları okurken sizlere çok da yabancı gelmemiş olmalı.
Ve işgal, her türlü devam edecek, ister bu bir atom bombası ile olsun, tüm çocukların katledildiği ve tüm canlıların. İster, içme suyuna foseptik suyunun karıştırılması ya da zehirli hava ile olsun.
Ormanları yok etmek, dünyayı yok etmektir.
Ağaçlar; sessiz canlılardır. Her şeyi bilirler, kökleri her birimizin ömründen çok.
Bu muhteşem filmi, bu detaylı okumadan sonra daha da iyi anlayacağınızı tahmin ediyorum.
Keyifli seyirler.
ÖDÜLLER: 2023 Venedik Büyük Jüri Ödülü, FIBRESCI Ödülü, 2023 San Sebastian Greenpeace Ödülü, 2023 Londra En İyi Film.