End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
Bu gün teknik bir konuyu anlatmaya çalışacağım. Sıkıcı, karışık ama maalesef özellikle iş dünyasının bilmesi gereken bir gelişme yaşandı geçtiğimiz haftalarda. Hepimiz seçimin telaşı içindeyken, bu konu kaynadı gitti. Hiçbir TV ya da gazete haberinde göremedim. O yüzden ben ele almak istedim. Konuya başlamadan önce iki kısaltmanın ne olduğunu yazmak istiyorum. AYD yani; “Avrupa Yeşil Düzeni”. Bir de CBAM yada CBA var. Onun anlamı da “Karbon Sınır Düzenlemesi”.
10 Mayıs’ta Avrupa Birliğinin yasa koyucuları CBAM yönetmeliğini imzaladılar. 17 Mayıs’ta da AB Resmi gazetesinde yayınlandı ve yürürlüğe girdi. Buna göre CBAM yani Karbon Sınır Düzenlemesi 1 Ekim 2023 te uygulamaya girecek.
“Eee ne olmuş? AB’nin yasa koyucularının yürürlüğe koyduğu yönetmelik bizi ne ilgilendiriyor ?” diyebilirsiniz. Demeyin çünkü ilgilendiriyor.
Şimdi konuyu basitçe özetlemeye çalışayım.
Baştan hemen söyleyeyim mesele İKLİM DEĞİŞİMİNİ yavaşlatmak ile ilgili.
Avrupa Birliği, iklim krizi sorununu uzunca bir süredir öncelikleri arasına alan ve bu meselenin küresel ölçekte çözülmesi gerektiğini ortaya koyan uygulamalar içinde. Bundan yaklaşık 4 yıl önce 2019 yılında, Avrupa Birliği, bir dönüşüme başladığını açıkladı. Özetle dedi ki “AB ülkeleri ile ticari ilişkisi olan ülkeler, iklim değişikliğinin yavaşlatılması için Avrupa Yeşil Düzeni‘ne göre kendini yeniden konumlandırmak zorunda.”
Dolayısı ile AB ile ticaret yapan ülkelerden biri de Türkiye olduğu için bu mesele bizi de ilgilendiriyor.
Peki, nedir bu düzenin kuralları? Avrupa Yeşil Düzeni;
“Karbon temelli ekonomiden, önce düşük karbonlu ekonomiye, daha sonra 2050 yılında ise tamamen karbonsuz ekonomiye geçiş devrim niteliğinde bir dönüşüm anlamına geliyor” diyor, Ethem Karakaya. İklim Değişikliği ve Enerji Uzmanı konuyla ilgili yazdığı bir makalesinde.
İşte buna bağlı olarak üretim, tüketim, ticaret yapma şekli ile bireysel ve toplumsal davranışlarda da köklü değişimler gerekiyor. Bu değişimlerden biri olan CBAM ile ilgili yönetmeliğin yürürlüğe girdiğini sözlerimin başında aktarmıştım. Yani; Karbon Sınır Düzenlemesi artık Avrupa Birliği ülkeleri tarafından uygulanmaya başlanıyor.
CBAM’ın yürürlüğe girmesi ne demek peki?
AB ülkeleri üretim yaparken, iklim krizine önlem olması amacıyla karbon salınımına bazı kurallar getirmiş durumda. Çünkü bir hedefi var; diyor ki biz Avrupa Birliği ülkeleri olarak 2050 de karbon nötr olacağız. O yüzden de karbon salınımını en aza indirgemek için bazı yaptırımlar yapacağız. Bunlardan biri de karbon vergisi.
“Karbon vergisi, ulaşım ve enerji sektöründe, karbon içeriğine dayalı bir vergidir. Karbon vergileri karbon derecelendirmesinin bir biçimidir. Karbon vergisi üreticilerin saldıkları karbon miktarı başına vergiye tabi olarak düzenlenirler.” Kısacası bu dünyaya karbon salımı yapıyorsan bedelini ödeyeceksin diyorlar.
Tamam da; bunu kaç ülke yapıyor? AB ülkeleri ve Kuzey Amerika’daki bazı ülkeler. Geriye kalıyor onlarca ülke. Üstelik bu ülkeler birbirleri ile ithalat ve ihracat ilişkileri içinde. Yani diyelim ki Finlandiya’da demir üretiyorsunuz. Karbon saldığınız için karbon vergi ödemek zorundasınız. Türkiye de demir üreticisiniz, karbon vergisi ödemek zorunda değilsiniz. Çünkü bizim ülkemizde karbona özel bir vergi yok.
Birincisi, bu ülkeler rekabet konusunda eşit olmayacaklar. Ek bir vergi ödemeyen ülke daha az maliyete yapacak üretimini. Diyelim ki bu iki ülke Amerika’ya mal satacaklar. Türkiye daha az maliyetle ürettiği için daha ucuza verecektir malını. Tüketici de onu seçecektir elbette.
İkinci önemli konu ise karbon kaçağı sorunudur. Yine diyelim ki AB içindeki bazı üreticiler bazı ara ve nihai malları kirli üretim yapan ülkelerden doğrudan ithal edecekler. Ya da, üretimlerini vergi yükümlülüğü olmayan diğer ülkelere kaydıracak orada ürettirecekler. Finlandiya’dan iki demir üretim firması düşünelim yine. Biri tüm ara ve nihai ürününü kendi ülkesinde üretiyor diğeri de Türkiye’de üretim yaptırıyor. Markasını üzerine basıp tüketiciye satıyor. İşte bu karbon vergisi olmayan ülkelerde yaptırılacak üretimlere de Karbon Kaçağı deniliyor.
(Bu arada Finlandiya’nın 1990'larda, başlangıçta belirli yakıtlar veya sektörler için birkaç istisna olmakla birlikte karbon vergisi getiren ilk ülke olduğunu da hatırlatalım.)
Bu olumsuzlukları engellemek için AB diyor ki eğer ülkende karbon vergisi vermiyorsan ve bana ürün ithal ediyorsan sınırda vergi ödemek zorundasın. Yani CBAM ‘ı uygulamak zorundasın. Aksi takdirde senin ile ticaret yapmam.
İşte bu karar, 1 Ekim 2023'te uygulamaya girecek. Firmalar raporlarını hazırlayacaklar. 31 Ocak’ta da bu raporlar kontrol edilecek. Bunun için ihracatçı firmaların bir sertifika alması gerekiyor. Şimdilik başlayan uygulama deneme mahiyetinde. Kalıcı sistem 1 Ocak 2026'da yürürlüğe girecek. İşte o zaman firmalar her yılın 31 Mayıs'ında, önceki sene AB'ye ihraç ettikleri ürünün tonu ve yarattıkları sera gazı emisyonunu ibraz etmek zorunda.
Peki, her sektörde mi uygulanacak bu vergi? Değil.
Başlangıçta, üretimi karbon yoğun olan ve en önemli karbon kaçağı riski taşıyan belirli mallar ve seçilmiş ara maddelerin ithalatına uygulanacak diyor konunun uzmanları. Çimento, demir ve çelik, alüminyum, gübreler, elektrik ve hidrojen. Sınırda Karbon Vergisinin zaman içinde aşamalı olarak diğer üretim alanlarına da alınması öngörülüyor.
Ve işte ülkemizi ilgilendiren tarafı; Türkiye başta olmak üzere, karbon vergisi ödemeyen ülkelerin bu dönüşüme kayıtsız kalması söz konusu olamaz. İster iklim değişikliğine inansın ister inanmasın, ister önlem alsın ister almasın, ülkeler, karbon vergisi ödeyen ülkeler ile ticaret yapmak istiyorsa bu değişime ayak uydurmak zorunda.
Türkiye’nin de en büyük ticari partnerinin AB olması nedeniyle, başta karbonun fiyatlandırılması konusu olmak üzere, yakın dönemde alması gereken onlarca karar var. Ve bu kararların acilen alınması gerekiyor. Aksi takdirde dünyadan soyutlanmış bir ticaret modeli, değişen dünya koşullarında hiç de geçerli olmayacaktır. Üstelik, ithalat firmalarının sınırda ödeyecekleri karbon vergisi ülke içinde uygulanacak karbon vergisinden çok daha maliyetli olacaktır. Üretimlerinin iklim üzerinde ki olumsuz etkisini düşünmüyorsa bile üreticiler ceplerini düşüneceklerdir.
İklim değişikliğinin iklim krizine dönüşmesi, Sanayi Devrimi’ne dayanıyor uzmanların görüşüne göre. Yani seri üretimin ve fosil yakıtların kullanımının fazlaca olması, dünyayı iklim krizi sürecine sokmuş durumda. Üretim sebebi ile salınan karbondioksitin sera gazlarını arttırarak dünyanın ısınmasına sebep olduğu için. Sanayi devrimi, son birkaç yüzyılın ekonomik anlamda en büyük küresel dönüşümüdür. Bu yüzyılın en önemli devrimi ise bir önceki en büyük küresel dönüşümüne neden olan fosil yakıtlardan kurtularak düşük karbonlu ve hatta karbonsuz bir üretim ve tüketimin yapıldığı bir dünya düzenine dönmek olacaktır. Bir zamanların muhteşem buluşlarının bu yüzyılın başına bela olacağı bilinseydi sanırım insanoğlu daha dikkatli davranırdı. Netice de bu sorunu çözecek olanlar başımızdaki karar alıcılar, tüm ülkelerde olduğu gibi. İşte o neden ile sandığa giderken bir kez daha düşünelim mi? Çocuklarımıza kim yaşanabilir bir dünya vaat ediyorsa onu seçelim. İşte o zaman “Her şey çok güzel olacak” buna eminim.
10 Mayıs’ta Avrupa Birliğinin yasa koyucuları CBAM yönetmeliğini imzaladılar. 17 Mayıs’ta da AB Resmi gazetesinde yayınlandı ve yürürlüğe girdi. Buna göre CBAM yani Karbon Sınır Düzenlemesi 1 Ekim 2023 te uygulamaya girecek.
“Eee ne olmuş? AB’nin yasa koyucularının yürürlüğe koyduğu yönetmelik bizi ne ilgilendiriyor ?” diyebilirsiniz. Demeyin çünkü ilgilendiriyor.
Şimdi konuyu basitçe özetlemeye çalışayım.
Baştan hemen söyleyeyim mesele İKLİM DEĞİŞİMİNİ yavaşlatmak ile ilgili.
Avrupa Birliği, iklim krizi sorununu uzunca bir süredir öncelikleri arasına alan ve bu meselenin küresel ölçekte çözülmesi gerektiğini ortaya koyan uygulamalar içinde. Bundan yaklaşık 4 yıl önce 2019 yılında, Avrupa Birliği, bir dönüşüme başladığını açıkladı. Özetle dedi ki “AB ülkeleri ile ticari ilişkisi olan ülkeler, iklim değişikliğinin yavaşlatılması için Avrupa Yeşil Düzeni‘ne göre kendini yeniden konumlandırmak zorunda.”
Dolayısı ile AB ile ticaret yapan ülkelerden biri de Türkiye olduğu için bu mesele bizi de ilgilendiriyor.
Peki, nedir bu düzenin kuralları? Avrupa Yeşil Düzeni;
- 2050 yılında tamamen karbon nötr olmayı hedefliyor. Yani atmosfere salınan karbondioksite eş değer miktarda karbondioksiti başka yollarla dengelemeyi hedefliyor, ki dünyanın ısınması yavaşlasın. Bunun çeşitli yolları var ancak konumuz bu değil. Ama şunu söylemeden de geçemeyeceğim, üretim oldukça karbondioksit salınımı olacak maalesef. O neden ile en öncelik, üretimin daha az olabilmesi için, tüketimin azaltılması bireylere düşen sorumluluk.
“Karbon temelli ekonomiden, önce düşük karbonlu ekonomiye, daha sonra 2050 yılında ise tamamen karbonsuz ekonomiye geçiş devrim niteliğinde bir dönüşüm anlamına geliyor” diyor, Ethem Karakaya. İklim Değişikliği ve Enerji Uzmanı konuyla ilgili yazdığı bir makalesinde.
İşte buna bağlı olarak üretim, tüketim, ticaret yapma şekli ile bireysel ve toplumsal davranışlarda da köklü değişimler gerekiyor. Bu değişimlerden biri olan CBAM ile ilgili yönetmeliğin yürürlüğe girdiğini sözlerimin başında aktarmıştım. Yani; Karbon Sınır Düzenlemesi artık Avrupa Birliği ülkeleri tarafından uygulanmaya başlanıyor.
CBAM’ın yürürlüğe girmesi ne demek peki?
AB ülkeleri üretim yaparken, iklim krizine önlem olması amacıyla karbon salınımına bazı kurallar getirmiş durumda. Çünkü bir hedefi var; diyor ki biz Avrupa Birliği ülkeleri olarak 2050 de karbon nötr olacağız. O yüzden de karbon salınımını en aza indirgemek için bazı yaptırımlar yapacağız. Bunlardan biri de karbon vergisi.
“Karbon vergisi, ulaşım ve enerji sektöründe, karbon içeriğine dayalı bir vergidir. Karbon vergileri karbon derecelendirmesinin bir biçimidir. Karbon vergisi üreticilerin saldıkları karbon miktarı başına vergiye tabi olarak düzenlenirler.” Kısacası bu dünyaya karbon salımı yapıyorsan bedelini ödeyeceksin diyorlar.
Tamam da; bunu kaç ülke yapıyor? AB ülkeleri ve Kuzey Amerika’daki bazı ülkeler. Geriye kalıyor onlarca ülke. Üstelik bu ülkeler birbirleri ile ithalat ve ihracat ilişkileri içinde. Yani diyelim ki Finlandiya’da demir üretiyorsunuz. Karbon saldığınız için karbon vergi ödemek zorundasınız. Türkiye de demir üreticisiniz, karbon vergisi ödemek zorunda değilsiniz. Çünkü bizim ülkemizde karbona özel bir vergi yok.
Birincisi, bu ülkeler rekabet konusunda eşit olmayacaklar. Ek bir vergi ödemeyen ülke daha az maliyete yapacak üretimini. Diyelim ki bu iki ülke Amerika’ya mal satacaklar. Türkiye daha az maliyetle ürettiği için daha ucuza verecektir malını. Tüketici de onu seçecektir elbette.
İkinci önemli konu ise karbon kaçağı sorunudur. Yine diyelim ki AB içindeki bazı üreticiler bazı ara ve nihai malları kirli üretim yapan ülkelerden doğrudan ithal edecekler. Ya da, üretimlerini vergi yükümlülüğü olmayan diğer ülkelere kaydıracak orada ürettirecekler. Finlandiya’dan iki demir üretim firması düşünelim yine. Biri tüm ara ve nihai ürününü kendi ülkesinde üretiyor diğeri de Türkiye’de üretim yaptırıyor. Markasını üzerine basıp tüketiciye satıyor. İşte bu karbon vergisi olmayan ülkelerde yaptırılacak üretimlere de Karbon Kaçağı deniliyor.
(Bu arada Finlandiya’nın 1990'larda, başlangıçta belirli yakıtlar veya sektörler için birkaç istisna olmakla birlikte karbon vergisi getiren ilk ülke olduğunu da hatırlatalım.)
Bu olumsuzlukları engellemek için AB diyor ki eğer ülkende karbon vergisi vermiyorsan ve bana ürün ithal ediyorsan sınırda vergi ödemek zorundasın. Yani CBAM ‘ı uygulamak zorundasın. Aksi takdirde senin ile ticaret yapmam.
İşte bu karar, 1 Ekim 2023'te uygulamaya girecek. Firmalar raporlarını hazırlayacaklar. 31 Ocak’ta da bu raporlar kontrol edilecek. Bunun için ihracatçı firmaların bir sertifika alması gerekiyor. Şimdilik başlayan uygulama deneme mahiyetinde. Kalıcı sistem 1 Ocak 2026'da yürürlüğe girecek. İşte o zaman firmalar her yılın 31 Mayıs'ında, önceki sene AB'ye ihraç ettikleri ürünün tonu ve yarattıkları sera gazı emisyonunu ibraz etmek zorunda.
Peki, her sektörde mi uygulanacak bu vergi? Değil.
Başlangıçta, üretimi karbon yoğun olan ve en önemli karbon kaçağı riski taşıyan belirli mallar ve seçilmiş ara maddelerin ithalatına uygulanacak diyor konunun uzmanları. Çimento, demir ve çelik, alüminyum, gübreler, elektrik ve hidrojen. Sınırda Karbon Vergisinin zaman içinde aşamalı olarak diğer üretim alanlarına da alınması öngörülüyor.
Ve işte ülkemizi ilgilendiren tarafı; Türkiye başta olmak üzere, karbon vergisi ödemeyen ülkelerin bu dönüşüme kayıtsız kalması söz konusu olamaz. İster iklim değişikliğine inansın ister inanmasın, ister önlem alsın ister almasın, ülkeler, karbon vergisi ödeyen ülkeler ile ticaret yapmak istiyorsa bu değişime ayak uydurmak zorunda.
Türkiye’nin de en büyük ticari partnerinin AB olması nedeniyle, başta karbonun fiyatlandırılması konusu olmak üzere, yakın dönemde alması gereken onlarca karar var. Ve bu kararların acilen alınması gerekiyor. Aksi takdirde dünyadan soyutlanmış bir ticaret modeli, değişen dünya koşullarında hiç de geçerli olmayacaktır. Üstelik, ithalat firmalarının sınırda ödeyecekleri karbon vergisi ülke içinde uygulanacak karbon vergisinden çok daha maliyetli olacaktır. Üretimlerinin iklim üzerinde ki olumsuz etkisini düşünmüyorsa bile üreticiler ceplerini düşüneceklerdir.
İklim değişikliğinin iklim krizine dönüşmesi, Sanayi Devrimi’ne dayanıyor uzmanların görüşüne göre. Yani seri üretimin ve fosil yakıtların kullanımının fazlaca olması, dünyayı iklim krizi sürecine sokmuş durumda. Üretim sebebi ile salınan karbondioksitin sera gazlarını arttırarak dünyanın ısınmasına sebep olduğu için. Sanayi devrimi, son birkaç yüzyılın ekonomik anlamda en büyük küresel dönüşümüdür. Bu yüzyılın en önemli devrimi ise bir önceki en büyük küresel dönüşümüne neden olan fosil yakıtlardan kurtularak düşük karbonlu ve hatta karbonsuz bir üretim ve tüketimin yapıldığı bir dünya düzenine dönmek olacaktır. Bir zamanların muhteşem buluşlarının bu yüzyılın başına bela olacağı bilinseydi sanırım insanoğlu daha dikkatli davranırdı. Netice de bu sorunu çözecek olanlar başımızdaki karar alıcılar, tüm ülkelerde olduğu gibi. İşte o neden ile sandığa giderken bir kez daha düşünelim mi? Çocuklarımıza kim yaşanabilir bir dünya vaat ediyorsa onu seçelim. İşte o zaman “Her şey çok güzel olacak” buna eminim.