End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
Yuri Gagarin’in uzay yolculuğunu, Moskova 12 Nisan 1961’de böyle duyurmuştu:
“Moskova konuşuyor, Sovyetler Birliğindeki bütün radyolar yayında. Dünyadan Uzaya ilk kez insanlı uzay aracını başarıyla gönderildiğini bildirmekten mutluluk duyuyoruz”
Bundan yaklaşık 63 sene sonra mutlu olma sırası bizdeydi. TÜBİTAK, şöyle duyurdu:
“Türk Astronot ve Bilim Misyonu Projesi kapsamında ilk Türk astronotu Alper Gezeravcı’nın içinde bulunduğu Falcon 9 roketi Florida’daki Kennedy Uzay Merkezinden başarıyla fırlatıldı. Tüm Türkiye’nin izlediği fırlatma anı meydanlarda coşkuyla kutlandı, sosyal medyada en çok konuşulan konu buydu. “Gurur Duy Türkiye” hashtagi gece boyu tt oldu.”
Gurur duyulmaz mı? Duyulur tabii. Bu gururu iyi tanırım. Ne zaman trene binip, İstanbul’dan Ankara’ya gitsem… aynı gururu duyarım. Biletimi alır, istasyonun gider, yolculuğumu tamamlar ve varış istasyonunda yani Ankara Garında, Ankara’ya kenetlenirim.
Benim bilet alıp trenle Ankara’ya gidişim ile; bizim bilet alıp Florida’daki Uzay Merkezinden, uzay istasyonuna gidişimiz arasındaki nitelik olarak bir fark yok. Fark sadece nicelikte.
Ne bir lokomotifim var ne bir vagonum var… Ne rayları döşemişim ne de tüneller viyadükler yapmışım… Ama o bileti alıp, istasyonundan trene binmekle birlikte, ulaşım yarışında öne geçmiş gibi olurum. O rayları ben döşemişim tünelleri viyadükleri ben yapmışım gibi hissederim. Bu yüzden her seferinde uzaya çıkmışım gibi gurur duyarım.
Benim Ankara biletim 430 TL yani 14,3 dolar, Uzaya biletin fiyatı 55 milyon dolar. Yani benim biletimden 3,8 milyon kere daha pahalı.
Haksızlık yapmayalım… 55 Milyon doların içinde dönüş bileti de var. 14 günlük yemek ve konaklama masrafları da var. Benim konaklama ve yemek masraflarını da eklersek, yine de uzay seyahati benimkinden 110 bin kere daha pahalı olur. Ama dediğim gibi… bu tamamen nicelik farkı. Gurur, işin nitelik boyutunda.
Ben İstanbul’dan hareket ettiğimde arkamdan “Vuhh gitti adam!” diye heyecan gösteren bir bakan olmuyor genellikle. Ama Ankara seyahatim için 55 milyon dolar ödeyecek olsam, eminim benim arkamdan da böyle heyecan gösteren birileri olurdu. Meselenin, seyahat bütçemle ilgili olduğunu düşünüp, kişisel algılamıyorum.
İlk olmanın önemi var tabii. Uzay yarışında İlk olma fırsatını altmış üç yıl önce kaçırmışız. Lakin sorun değil. Bizim yolcumuz “Uzaya giden ilk Türk”. Yaratıcı bir çözüm. Bu dahiyane çözümü kendime de uyarlayabilirim. Belki de bizim köyden hızlı trene binip Ankara’ya giden ilk kişiyimdir veya bizim mahalleden. Hadi olmadı… bizim apartmandan. Yine olmadı “Bu sene bizim apartmandan…” Yani her yolculuğumda bir “ilk”i başarabilirim.
***
Erdoğan, uzaya yolculuğu müjdelediği konuşmasında: Mademki bir vatandaşımız uzaya gidecek, artık astronot ya da kozmonot kelimelerine bir Türkçe karşılık bulmamız gerekiyor. Buradan dil bilimcilerimize bir çağrıda bulunuyor ve diyorum ki Türk uzay yolcularına Türkçe bir isim bulalım. 83 milyon vatandaşımız da özgün fikirleriyle bu arayışa ortak olabilir.” demişti.
Bahçeli; kendini dil bilimci olarak mı konumlandırdı, 83 milyon vatandaştan biri olarak özgün fikrini mi açıkladı, bilemem. Ama MHP’nin sosyal medya hesabından “Cacabey” önerisini duyurmuştu.
Ama şimdi izlediğimiz haberlerde uzay yolcumuzdan “astronot” diye söz ediliyor. Yani bilet meselesini çözmüşüz ama isim meselesini çözememişiz. Aslında bu, uzay programımızın gerisinde olduğumuzu gösterir.
Zaten başkalarının yer istasyonundan, başkalarının roketiyle, başkalarının uzay istasyonuna gönderiyoruz uzay yolcumuzu…Keşke isim sorunun çözüp yerli ve milli bir isimle uğurlasaydık.
***
Uzay yarışına bilet alarak katılmak suretiyle katkı sağlıyoruz. “Bilet sistemi”, bence insanlığın uzaya adım atması kadar, önemli bir keşif.
Yuri Gagarin mesela... Kenetleneceği bir uzay istasyonu henüz yok. Bu yüzden dünyanın etrafında bir tur atıp, 108 dakika sonra geri dönüyor. Düşünsenize, o zaman bilet alıp uzaya çıkma imkânı yok. Mecburen rampayı da roketi de kendileri ayarlayacak. Üstelik roketin gidip gitmeyeceği, gitse bile yolcunun dönüp dönmeyeceği belli değil. Halbuki şimdiki imkanlar o zaman olsa, bastırır 50 milyon doları…öyle giderdi.
Kristof Colomb mesela…Finansman sorunlarını çözmek için Kapı kapı dolaşıp sonunda Kastilya hükümdarı Isabella’yı ikna için vakit harcamaz, işine odaklanırdı. Gider biletini alır, nereyi keşfedecekse rahat rahat keşfederdi.
Lisede, fizik dersinde Arşimet’in (MÖ 287-MÖ 212) “yük çarpı yük kolu eşittir kuvvet çarpı kuvvet kolu” formülüyle birlikte “Bana bir dayanak noktası verin Dünya’yı yerinden oynatayım” sözünü de öğrenmiştik.
Eminim; Arşimet bugün yaşasaydı, bilet sisteminin önemini vurgulamak için benzer bir cümle kullanırdı: “Bana bir bilet ayarlayın, sadece görünür uzay değil, paralel evrenlerde dolaşayım” derdi.
***
Bilet alıp çıktığımız uzayın keşfi serüvenimizi gölgeleyen, beni rahatsız eden bir ayrıntı var.
Medyada yer aldı: “Uzaya giden ilk Türk astronot Alper Gezeravcı, Uluslararası Uzay İstasyonu’nda NASA’nın İran kökenli astronotu Yasmin Moghbeli liderliğindeki ekip karşılayacak.” Çeşitli kaynaklarda Yasmin Moghbeli’nin Kürt kökenli olduğu söylendi.
Karşılasın. Bence sakıncası yok. Ama şimdi bu durumu manipüle edenler olabilir. “1071’de Türkleri Anadolu’nun kapısında karşılayan Kürtler, şimdi de uzayın kapısında karşılıyor!” diye içerik üretebilirler.
Keşke bir bilet daha alıp, karşılayacak kişiyi de ayarlayıp önden gönderseydik. 50,100, 200 milyon dolar fark etmez… bir bilet de ona alırdık.
Bunu yapamadık diyelim… Gitmeseydik! Hiç mi Ömer Seyfettin’in Pembe İncili Kaftanını okumadık? Yakardık biletimizi! Gezimizi, uzay istasyonunda Kürt olmadığı zamana ertelerdik.
Veya daha güzeli; bizim biletimizle bir Gazzeli gönderirdik. Böylece uzay yarışında öne geçen bir Filistin karşısında, İsrail’in hiç şansı kalmazdı. İsrail-Filistin sorunu da Filistin’in lehine kesin olarak çözülürdü.
“Moskova konuşuyor, Sovyetler Birliğindeki bütün radyolar yayında. Dünyadan Uzaya ilk kez insanlı uzay aracını başarıyla gönderildiğini bildirmekten mutluluk duyuyoruz”
Bundan yaklaşık 63 sene sonra mutlu olma sırası bizdeydi. TÜBİTAK, şöyle duyurdu:
“Türk Astronot ve Bilim Misyonu Projesi kapsamında ilk Türk astronotu Alper Gezeravcı’nın içinde bulunduğu Falcon 9 roketi Florida’daki Kennedy Uzay Merkezinden başarıyla fırlatıldı. Tüm Türkiye’nin izlediği fırlatma anı meydanlarda coşkuyla kutlandı, sosyal medyada en çok konuşulan konu buydu. “Gurur Duy Türkiye” hashtagi gece boyu tt oldu.”
Gurur duyulmaz mı? Duyulur tabii. Bu gururu iyi tanırım. Ne zaman trene binip, İstanbul’dan Ankara’ya gitsem… aynı gururu duyarım. Biletimi alır, istasyonun gider, yolculuğumu tamamlar ve varış istasyonunda yani Ankara Garında, Ankara’ya kenetlenirim.
Benim bilet alıp trenle Ankara’ya gidişim ile; bizim bilet alıp Florida’daki Uzay Merkezinden, uzay istasyonuna gidişimiz arasındaki nitelik olarak bir fark yok. Fark sadece nicelikte.
Ne bir lokomotifim var ne bir vagonum var… Ne rayları döşemişim ne de tüneller viyadükler yapmışım… Ama o bileti alıp, istasyonundan trene binmekle birlikte, ulaşım yarışında öne geçmiş gibi olurum. O rayları ben döşemişim tünelleri viyadükleri ben yapmışım gibi hissederim. Bu yüzden her seferinde uzaya çıkmışım gibi gurur duyarım.
Benim Ankara biletim 430 TL yani 14,3 dolar, Uzaya biletin fiyatı 55 milyon dolar. Yani benim biletimden 3,8 milyon kere daha pahalı.
Haksızlık yapmayalım… 55 Milyon doların içinde dönüş bileti de var. 14 günlük yemek ve konaklama masrafları da var. Benim konaklama ve yemek masraflarını da eklersek, yine de uzay seyahati benimkinden 110 bin kere daha pahalı olur. Ama dediğim gibi… bu tamamen nicelik farkı. Gurur, işin nitelik boyutunda.
Ben İstanbul’dan hareket ettiğimde arkamdan “Vuhh gitti adam!” diye heyecan gösteren bir bakan olmuyor genellikle. Ama Ankara seyahatim için 55 milyon dolar ödeyecek olsam, eminim benim arkamdan da böyle heyecan gösteren birileri olurdu. Meselenin, seyahat bütçemle ilgili olduğunu düşünüp, kişisel algılamıyorum.
İlk olmanın önemi var tabii. Uzay yarışında İlk olma fırsatını altmış üç yıl önce kaçırmışız. Lakin sorun değil. Bizim yolcumuz “Uzaya giden ilk Türk”. Yaratıcı bir çözüm. Bu dahiyane çözümü kendime de uyarlayabilirim. Belki de bizim köyden hızlı trene binip Ankara’ya giden ilk kişiyimdir veya bizim mahalleden. Hadi olmadı… bizim apartmandan. Yine olmadı “Bu sene bizim apartmandan…” Yani her yolculuğumda bir “ilk”i başarabilirim.
***
Erdoğan, uzaya yolculuğu müjdelediği konuşmasında: Mademki bir vatandaşımız uzaya gidecek, artık astronot ya da kozmonot kelimelerine bir Türkçe karşılık bulmamız gerekiyor. Buradan dil bilimcilerimize bir çağrıda bulunuyor ve diyorum ki Türk uzay yolcularına Türkçe bir isim bulalım. 83 milyon vatandaşımız da özgün fikirleriyle bu arayışa ortak olabilir.” demişti.
Bahçeli; kendini dil bilimci olarak mı konumlandırdı, 83 milyon vatandaştan biri olarak özgün fikrini mi açıkladı, bilemem. Ama MHP’nin sosyal medya hesabından “Cacabey” önerisini duyurmuştu.
Ama şimdi izlediğimiz haberlerde uzay yolcumuzdan “astronot” diye söz ediliyor. Yani bilet meselesini çözmüşüz ama isim meselesini çözememişiz. Aslında bu, uzay programımızın gerisinde olduğumuzu gösterir.
Zaten başkalarının yer istasyonundan, başkalarının roketiyle, başkalarının uzay istasyonuna gönderiyoruz uzay yolcumuzu…Keşke isim sorunun çözüp yerli ve milli bir isimle uğurlasaydık.
***
Uzay yarışına bilet alarak katılmak suretiyle katkı sağlıyoruz. “Bilet sistemi”, bence insanlığın uzaya adım atması kadar, önemli bir keşif.
Yuri Gagarin mesela... Kenetleneceği bir uzay istasyonu henüz yok. Bu yüzden dünyanın etrafında bir tur atıp, 108 dakika sonra geri dönüyor. Düşünsenize, o zaman bilet alıp uzaya çıkma imkânı yok. Mecburen rampayı da roketi de kendileri ayarlayacak. Üstelik roketin gidip gitmeyeceği, gitse bile yolcunun dönüp dönmeyeceği belli değil. Halbuki şimdiki imkanlar o zaman olsa, bastırır 50 milyon doları…öyle giderdi.
Kristof Colomb mesela…Finansman sorunlarını çözmek için Kapı kapı dolaşıp sonunda Kastilya hükümdarı Isabella’yı ikna için vakit harcamaz, işine odaklanırdı. Gider biletini alır, nereyi keşfedecekse rahat rahat keşfederdi.
Lisede, fizik dersinde Arşimet’in (MÖ 287-MÖ 212) “yük çarpı yük kolu eşittir kuvvet çarpı kuvvet kolu” formülüyle birlikte “Bana bir dayanak noktası verin Dünya’yı yerinden oynatayım” sözünü de öğrenmiştik.
Eminim; Arşimet bugün yaşasaydı, bilet sisteminin önemini vurgulamak için benzer bir cümle kullanırdı: “Bana bir bilet ayarlayın, sadece görünür uzay değil, paralel evrenlerde dolaşayım” derdi.
***
Bilet alıp çıktığımız uzayın keşfi serüvenimizi gölgeleyen, beni rahatsız eden bir ayrıntı var.
Medyada yer aldı: “Uzaya giden ilk Türk astronot Alper Gezeravcı, Uluslararası Uzay İstasyonu’nda NASA’nın İran kökenli astronotu Yasmin Moghbeli liderliğindeki ekip karşılayacak.” Çeşitli kaynaklarda Yasmin Moghbeli’nin Kürt kökenli olduğu söylendi.
Karşılasın. Bence sakıncası yok. Ama şimdi bu durumu manipüle edenler olabilir. “1071’de Türkleri Anadolu’nun kapısında karşılayan Kürtler, şimdi de uzayın kapısında karşılıyor!” diye içerik üretebilirler.
Keşke bir bilet daha alıp, karşılayacak kişiyi de ayarlayıp önden gönderseydik. 50,100, 200 milyon dolar fark etmez… bir bilet de ona alırdık.
Bunu yapamadık diyelim… Gitmeseydik! Hiç mi Ömer Seyfettin’in Pembe İncili Kaftanını okumadık? Yakardık biletimizi! Gezimizi, uzay istasyonunda Kürt olmadığı zamana ertelerdik.
Veya daha güzeli; bizim biletimizle bir Gazzeli gönderirdik. Böylece uzay yarışında öne geçen bir Filistin karşısında, İsrail’in hiç şansı kalmazdı. İsrail-Filistin sorunu da Filistin’in lehine kesin olarak çözülürdü.