End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
Dedikodu yapmaktan çok, çalışmak lazım!
İş üretmek! Fayda sağlamak!
Hakkı ile kazanmış olduğu alanda, kendi sahasında fırsat vermeyenler, sonrasında da ve hatta mütemadiyen, türlü şaibeler ve eskiden atışmalar vardı, ozanların keşke öyle olsa. Bildiğin taş ile katkıda bulunmayı seçtiler. Oysa seçimler, çeşit çeşit. Bu sanırım bizim toplumsal bir meselemiz.
Sürekli didişmeye ortam yaratmak yerine çalışmak ve ortaya konabilen gerçek güzellikler için yarışılsa ne güzel, bir dünya olurdu, öyle değil mi sevgili dostlar.
Çocukluğumuzun Fatih’ine bağlı, henüz siyasi partilerin olmadığı dönemlerde, Bizans’ tan, alarak Fatih Sultan Mehmet Han’ın fethetmiş olduğu ve ismi Fethi hep hatırlatacak vefa duygusu ile harmanlanmış ve kendisinin dünyada, “Yeni Çağ”ı başlattığı, yerdeyiz.
Tam ortada.
İstanbul, Feshane. Bir taraf Haliç, bir taraf kanatlanıveriyor, Galata’dan yukarı. Kimler gelmiş, geçmiş ve geçecek. Tarih, geleceğe hep miras.
Artİstanbul, Feshane alanına girdiğimde Türkiye’de bir ilki gerçekleştiren, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, İngiliz Konsolosu ile niye balık yediği, sorusu aklıma geldi.
Demek ki boşa değilmiş! Ben, bardağın bu tarafından bakmayı seçiyorum. Çünkü milletvekilleri dâhil herkes yurt dışına, harcırahları ile ellerine ceplerine atmadan geziyor, görüyor ve ülkesine getirmek için yarışıyor. Öyle mi acaba? Gerçekten de, İBB Kültür ve Mirası içerisinde yer alan kadro, dünyada oldukça önemli bir yere sahip Birleşik Krallık içinde kapsayıcı kültürel etkinliklere imza atan projelerin ve hali hazırda dört koldan (Tate Liverpool, Tate St Ives, Tate Britain, Tate Modern) kozmoya katkı sağlıyan Tate Museum ile bir ortak proje geliştiriyor. Türkiye Cumhuriyetinin 100.yılını doldurup 101’e adım atarken, Türkiye için bir ilki gerçekleştiriyorlar. Bu ortak proje, geçmiş dönemlerde önce Portekiz-Porto, Çin-Şangay ve işte Fatih’in fethettiği İstanbul içinde yer olan ve son derece kıymetli bir konuma sahip, üstelikte harap halde iken asırlık mekanı inanılmaz güzel bir yerleşke ve sanatsal faaliyet alanına dönüştürülen, Artİstanbul,Feshane ‘de buluşturuyor.
Dünyada, Avrupa ve Asya’da iki ülke ardından 3.sacayağını, İstanbul, yani Napolyon’un dediği gibi “Dünya bir ülke olsa başkenti İstanbul olurdu” dediği yer olarak iki denizi birleştiren yerde yapıyor.
Kim yapıyor, başta İBB ve İBB Kültür Mirası. Önce teşekkür ediyoruz.
8000m2,Feshane-i Amire’de, restorasyon / yenileme sonrası, muhteşem bir “Naile Akıncı” kütüphanesi, bizi önce karşılıyor. Denize nazır bir huzur kaplıyor insanın içini ve kıpır kıpır düşünceler arasında, acaba hangi sanatsal faaliyete şahitlik edeceğiz, bunun idrakinde tatlı bir heyecan sarıyor ruhumuzu.
Netice itibari ile akıl, ruh ve beden üçlemesinden ibaretiz. Öğrendikçe, sanatsal tatmine ruhun açlığı tamamlandıkça “insan” olduğumuzu daha da iyi hissediyor. Demleniyor ve besleniyoruz. Haliyle her şey heyecanlandırıyor.
Nasıl heyecanlandırmasın? Merkezinde, 16.yy’ dan günümüze, Britanya sanatını ve 1900’den günümüze ise uluslararası modern sanatı kapsayan dev bir arşive sahip, namı dünyayı aşmış bir müzenin organizasyonu, bizim ülkemizde, hem de doğup büyüdüğümüz, bir de ilçemizde.
Ne şanslıyım!
Dünyada ziyaretçi sayısına en fazla sahip olan; Fransa (Louvre Müzesi), İngiltere (British Museum) ve Vatikan (Vatikan Müzesi) içinde yer alan, Tate Sanat Müzesi, ev sahipliğini İstanbul, Artİstanbul, Feshane’de, tarihi lokasyon içinde, 1950 ve 1960’lı yıllarda; başta Matematik olmak üzere, renk teorisi, algı psikolojisi ve fizyolojisinden ilham alan ve de serginin ismini taşımakta olan “Optik ve Kinetik” sanat akımını, yine bahsetmeden geçemeyeceğim; küratör Valentina Ravaglia anlatımı ile geziyor ve bilgileniyoruz.
Her bir eserin yansıması, başta kapsadığı yılı düşünürsek ve şimdilerde uzay yolculuğunun ki bunu zaten yıllar yıllar önce Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK söylemişti. Geçmiş çağlarda, çağ açmaya ve matematik bilimine alan sağlayan, başta Galileo ve Bruno olmak üzere, optik ve kinetik, gözümüzle görünenin dışına taşan, ruhumuzu doyurup, bütünleyen kısımları o kadar zengin ki. Hangi birini anlatmaya kalksak, her biri aylar sürer, sayfalar yetmez.
Belki de Galileo, deyip yeri gelmişken Aristoteles’e, bir selam çakarak “Güllün Adı / İI nome della rose (1980)” nı, yazan Umberto Eco’nun sözü ile bahsetmek uygun düşer:
“Formlar, renkler ve düzlemlerin hareketinin değişken bir bütün elde etmenin aracı olduğu bir plastik sanat formudur.”
1950’lerde kendini bulsa da 20.yy’ da pek çok sanatçı bu hareketi temellendirerek deneyler yapmıştı.
1950 ve peşi sıra 1960 sonrası, malumunuz üzere henüz 70’li yılların şafağında, uzaya gidildi, birde ayak basıldı. Artık üstüne ne koyarsak, layığı ile koyabilirsek; hepsi insanlığa fayda sağlayacak.
Kim bilir, o zamandan bu zamanı hayal edebilmek, belki de tam da bu serginin önemini ifade etmekte.
Britanyalı Tate işbirliği ile 23 Ocak-19 Mayıs 2024 tarihlerine kadar açık olacak olan “The Dynamic Eye: Beyond Op and Kinetic Art/ Dinamik Göz : Optik ve Kinetik Sanatın Ötesinde” sergisinde, “Optik ve Kinetik” sanatın savunucuları arasında yer alan; Victor Vasarely, Bridget Riley, Jesus Rafael Soto gibi sanatçıların, seyirciyi pasifleştirmeden, içinde bulunduğu zamandan alıp, zaman ve mekan içinde sanata odaklayan, onunla harmanlayan ilkeselliği içinde o muhteşem göz alıcı geometrik şekiller, göz alıcı yanılsamalarla renklerin kullanımı. Hayal gücü ötesinde, aklın sınırlarını ve hep bir ötesinin varlığını hatırlatan alt çizimlerle, adeta masalsı bir büyü ama gerçek sırrını hissettirmekte.
Tamam, benim tarzım bu. Başka bir boyut ve sevdiğim, istediğim boyut diye en azından kendimin hissettikleri, bu sanatsal faaliyetin bana sunmuş olduğu sanat çapalamasından çıkarımlarım dolu dolu. Bir daha mı kesinlikle gidilir. Mesela film odasına şöyle ucundan girebildik. Basına yapılan toplantı sonrası öyle güzel bir gezi ve anlatım gerçekleştirildi ki. Bize verilen önemi de daha iyi kavrıyorsunuz, netice de bir gece öncesi açılış ve haliyle yorgunluk, ister istemez duyulan tatlı heyecan ve hazırlıklar aşamasında gerginlik sonrası yine gülen yüzler.
İBB Kültür ve Mirası adına katkıda bulunanlar başta olmak üzere Tate’n vizyonu kapsamında; en ince detayına kadar yardımcı olmaya çalışan; başta direktör Neil McConnen ve zarif küratör Valentina Ravaglia’nın özellikle teknik anlamda aksaklık yaşanan bir yerde inceliği, sonraki bölüm içerisinde gökkuşağı zemin üzerinde; “bu boş alanı bilhassa çocukluk saflığında düşünmek maksadı ile istedim” ayrıntısı aslında yıllar geçse de sanatın insan ruhuna kattığı ama bunca olaylar yaşanırken sanki bir oyun odası gibi kendi kendinin özüne bakma/hatırlama noktası olarak belki anlamlandırabileceğimiz bir alan seçkisi, adeta şekere batırılmış, bir yer karosu gibi iştah açtırmakta.
Aynı zamanda pek çok ve birbirinden güzel yapıtlar arasından yine küratör, Valentine Ravglia’nın, -bakın bunlar eski aletler, bunlara yaklaşırken dikkat etmek, çalışması için sabırlı olmak lazım çünkü eskiler- dedikten sonra hakikaten makinenin çalışması, tasarımının sihiri, aslında alan içerisinde yer almakta olan; 21 ülkenin 57 sanatçısının, 95 eserinin tamamını kapsıyor olması, sergiye başka bir anlam yüklemekten çok, güzellik katmakta.
Bu sergi perdeleri kaldırıyor. Ve böylelikle aslında adı -uzay çağı- denilse de insanoğlunun bilinç sıçramasının çerçevesini açıyor, nefes aldırıyor.
Kaçırmayınız!
Teşekkürler, İBB Kültür ve Mirası.
Teşekkürler, Tate Museum.
İş üretmek! Fayda sağlamak!
Hakkı ile kazanmış olduğu alanda, kendi sahasında fırsat vermeyenler, sonrasında da ve hatta mütemadiyen, türlü şaibeler ve eskiden atışmalar vardı, ozanların keşke öyle olsa. Bildiğin taş ile katkıda bulunmayı seçtiler. Oysa seçimler, çeşit çeşit. Bu sanırım bizim toplumsal bir meselemiz.
Sürekli didişmeye ortam yaratmak yerine çalışmak ve ortaya konabilen gerçek güzellikler için yarışılsa ne güzel, bir dünya olurdu, öyle değil mi sevgili dostlar.
Çocukluğumuzun Fatih’ine bağlı, henüz siyasi partilerin olmadığı dönemlerde, Bizans’ tan, alarak Fatih Sultan Mehmet Han’ın fethetmiş olduğu ve ismi Fethi hep hatırlatacak vefa duygusu ile harmanlanmış ve kendisinin dünyada, “Yeni Çağ”ı başlattığı, yerdeyiz.
Tam ortada.
İstanbul, Feshane. Bir taraf Haliç, bir taraf kanatlanıveriyor, Galata’dan yukarı. Kimler gelmiş, geçmiş ve geçecek. Tarih, geleceğe hep miras.
Artİstanbul, Feshane alanına girdiğimde Türkiye’de bir ilki gerçekleştiren, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, İngiliz Konsolosu ile niye balık yediği, sorusu aklıma geldi.
Demek ki boşa değilmiş! Ben, bardağın bu tarafından bakmayı seçiyorum. Çünkü milletvekilleri dâhil herkes yurt dışına, harcırahları ile ellerine ceplerine atmadan geziyor, görüyor ve ülkesine getirmek için yarışıyor. Öyle mi acaba? Gerçekten de, İBB Kültür ve Mirası içerisinde yer alan kadro, dünyada oldukça önemli bir yere sahip Birleşik Krallık içinde kapsayıcı kültürel etkinliklere imza atan projelerin ve hali hazırda dört koldan (Tate Liverpool, Tate St Ives, Tate Britain, Tate Modern) kozmoya katkı sağlıyan Tate Museum ile bir ortak proje geliştiriyor. Türkiye Cumhuriyetinin 100.yılını doldurup 101’e adım atarken, Türkiye için bir ilki gerçekleştiriyorlar. Bu ortak proje, geçmiş dönemlerde önce Portekiz-Porto, Çin-Şangay ve işte Fatih’in fethettiği İstanbul içinde yer olan ve son derece kıymetli bir konuma sahip, üstelikte harap halde iken asırlık mekanı inanılmaz güzel bir yerleşke ve sanatsal faaliyet alanına dönüştürülen, Artİstanbul,Feshane ‘de buluşturuyor.
Dünyada, Avrupa ve Asya’da iki ülke ardından 3.sacayağını, İstanbul, yani Napolyon’un dediği gibi “Dünya bir ülke olsa başkenti İstanbul olurdu” dediği yer olarak iki denizi birleştiren yerde yapıyor.
Kim yapıyor, başta İBB ve İBB Kültür Mirası. Önce teşekkür ediyoruz.
8000m2,Feshane-i Amire’de, restorasyon / yenileme sonrası, muhteşem bir “Naile Akıncı” kütüphanesi, bizi önce karşılıyor. Denize nazır bir huzur kaplıyor insanın içini ve kıpır kıpır düşünceler arasında, acaba hangi sanatsal faaliyete şahitlik edeceğiz, bunun idrakinde tatlı bir heyecan sarıyor ruhumuzu.
Netice itibari ile akıl, ruh ve beden üçlemesinden ibaretiz. Öğrendikçe, sanatsal tatmine ruhun açlığı tamamlandıkça “insan” olduğumuzu daha da iyi hissediyor. Demleniyor ve besleniyoruz. Haliyle her şey heyecanlandırıyor.
Nasıl heyecanlandırmasın? Merkezinde, 16.yy’ dan günümüze, Britanya sanatını ve 1900’den günümüze ise uluslararası modern sanatı kapsayan dev bir arşive sahip, namı dünyayı aşmış bir müzenin organizasyonu, bizim ülkemizde, hem de doğup büyüdüğümüz, bir de ilçemizde.
Ne şanslıyım!
Dünyada ziyaretçi sayısına en fazla sahip olan; Fransa (Louvre Müzesi), İngiltere (British Museum) ve Vatikan (Vatikan Müzesi) içinde yer alan, Tate Sanat Müzesi, ev sahipliğini İstanbul, Artİstanbul, Feshane’de, tarihi lokasyon içinde, 1950 ve 1960’lı yıllarda; başta Matematik olmak üzere, renk teorisi, algı psikolojisi ve fizyolojisinden ilham alan ve de serginin ismini taşımakta olan “Optik ve Kinetik” sanat akımını, yine bahsetmeden geçemeyeceğim; küratör Valentina Ravaglia anlatımı ile geziyor ve bilgileniyoruz.
Her bir eserin yansıması, başta kapsadığı yılı düşünürsek ve şimdilerde uzay yolculuğunun ki bunu zaten yıllar yıllar önce Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK söylemişti. Geçmiş çağlarda, çağ açmaya ve matematik bilimine alan sağlayan, başta Galileo ve Bruno olmak üzere, optik ve kinetik, gözümüzle görünenin dışına taşan, ruhumuzu doyurup, bütünleyen kısımları o kadar zengin ki. Hangi birini anlatmaya kalksak, her biri aylar sürer, sayfalar yetmez.
Belki de Galileo, deyip yeri gelmişken Aristoteles’e, bir selam çakarak “Güllün Adı / İI nome della rose (1980)” nı, yazan Umberto Eco’nun sözü ile bahsetmek uygun düşer:
“Formlar, renkler ve düzlemlerin hareketinin değişken bir bütün elde etmenin aracı olduğu bir plastik sanat formudur.”
1950’lerde kendini bulsa da 20.yy’ da pek çok sanatçı bu hareketi temellendirerek deneyler yapmıştı.
1950 ve peşi sıra 1960 sonrası, malumunuz üzere henüz 70’li yılların şafağında, uzaya gidildi, birde ayak basıldı. Artık üstüne ne koyarsak, layığı ile koyabilirsek; hepsi insanlığa fayda sağlayacak.
Kim bilir, o zamandan bu zamanı hayal edebilmek, belki de tam da bu serginin önemini ifade etmekte.
Britanyalı Tate işbirliği ile 23 Ocak-19 Mayıs 2024 tarihlerine kadar açık olacak olan “The Dynamic Eye: Beyond Op and Kinetic Art/ Dinamik Göz : Optik ve Kinetik Sanatın Ötesinde” sergisinde, “Optik ve Kinetik” sanatın savunucuları arasında yer alan; Victor Vasarely, Bridget Riley, Jesus Rafael Soto gibi sanatçıların, seyirciyi pasifleştirmeden, içinde bulunduğu zamandan alıp, zaman ve mekan içinde sanata odaklayan, onunla harmanlayan ilkeselliği içinde o muhteşem göz alıcı geometrik şekiller, göz alıcı yanılsamalarla renklerin kullanımı. Hayal gücü ötesinde, aklın sınırlarını ve hep bir ötesinin varlığını hatırlatan alt çizimlerle, adeta masalsı bir büyü ama gerçek sırrını hissettirmekte.
Tamam, benim tarzım bu. Başka bir boyut ve sevdiğim, istediğim boyut diye en azından kendimin hissettikleri, bu sanatsal faaliyetin bana sunmuş olduğu sanat çapalamasından çıkarımlarım dolu dolu. Bir daha mı kesinlikle gidilir. Mesela film odasına şöyle ucundan girebildik. Basına yapılan toplantı sonrası öyle güzel bir gezi ve anlatım gerçekleştirildi ki. Bize verilen önemi de daha iyi kavrıyorsunuz, netice de bir gece öncesi açılış ve haliyle yorgunluk, ister istemez duyulan tatlı heyecan ve hazırlıklar aşamasında gerginlik sonrası yine gülen yüzler.
İBB Kültür ve Mirası adına katkıda bulunanlar başta olmak üzere Tate’n vizyonu kapsamında; en ince detayına kadar yardımcı olmaya çalışan; başta direktör Neil McConnen ve zarif küratör Valentina Ravaglia’nın özellikle teknik anlamda aksaklık yaşanan bir yerde inceliği, sonraki bölüm içerisinde gökkuşağı zemin üzerinde; “bu boş alanı bilhassa çocukluk saflığında düşünmek maksadı ile istedim” ayrıntısı aslında yıllar geçse de sanatın insan ruhuna kattığı ama bunca olaylar yaşanırken sanki bir oyun odası gibi kendi kendinin özüne bakma/hatırlama noktası olarak belki anlamlandırabileceğimiz bir alan seçkisi, adeta şekere batırılmış, bir yer karosu gibi iştah açtırmakta.
Aynı zamanda pek çok ve birbirinden güzel yapıtlar arasından yine küratör, Valentine Ravglia’nın, -bakın bunlar eski aletler, bunlara yaklaşırken dikkat etmek, çalışması için sabırlı olmak lazım çünkü eskiler- dedikten sonra hakikaten makinenin çalışması, tasarımının sihiri, aslında alan içerisinde yer almakta olan; 21 ülkenin 57 sanatçısının, 95 eserinin tamamını kapsıyor olması, sergiye başka bir anlam yüklemekten çok, güzellik katmakta.
Bu sergi perdeleri kaldırıyor. Ve böylelikle aslında adı -uzay çağı- denilse de insanoğlunun bilinç sıçramasının çerçevesini açıyor, nefes aldırıyor.
Kaçırmayınız!
Teşekkürler, İBB Kültür ve Mirası.
Teşekkürler, Tate Museum.