End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
Türkiye Cumhuriyeti’nin iki kurucusundan biri İsmet İnönü, Cumhurbaşkanı Cemal Sunay’ın görev süresinin uzatılması söz konusu olduğunda, “Uzatılacak da ne yapacak? Bugüne kadar ne yaptıysa, onu yapacak!” demiş ve tartışmaya son noktayı koymuştu.
İki turlu seçim bittiği anda Türkiye, Kılıçdaroğlu’nu ve CHP’yi tartışmaya başladı. Bu doğal çünkü Erdoğan ve AKP’yi tartışmanın anlamı yok. Onlar, bugüne kadar ne yaptılarsa yine onu yapmaya devam edecekler. Hatta Türkiye’yi bugün içinde bulunduğu açmaza sokan tutumlarını daha da ileri götürmeleri beklenmedir. Geriye CHP kalıyor.
CHP diyorum çünkü halkın en az yarsının Erdoğan ve AKP rejimine karşı olduğunu gösteren %48 oy, CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun, gerçekten büyük bir sabırla ve başarıyla oluşturduğu ittifak sayesinde alınmıştır.
Öte yandan bu son koalisyon bazı bilinenleri hatta geçmişte yaşananları yeniden yaşatmış ve bir kez daha doğrulamıştır. Şöyle ki;
CHP’nin veya olması gereken tanımlamayla, laik, demokrat, cumhuriyetçi soysal demokrat/sol, sağ ile her birlikteliğinde, önceki çarpıcı örnek Türk Ceza Kanunu’nun141/163. maddelerinin değiştirilmesi sırasında yaşananların gösterdiği gibi, önünde sonunda sağın güvenilmezliğinin bedelini ödemeye mahkûmdur. Nitekim bu kez de öyle olmuştur. CHP olmasaydı, bir önceki seçimde Meclis’te grup kuramayacağını hatta Meclis’e bile giremeyeceğini unutan İyi Parti bile, üstelik en yapılmaması gereken zamanda ve biçimde, 6’lı masayı terk etmiştir.
DEVA Partisi’nin tarikat tutkusu, bağlantısı; Gelecek Partisi ve Saadet Partisi ile birlikte hepsinin laiklikten uzak tutumu, kendilerine kucak açan ve onlara oyları ile orantısız sayıda milletvekilini adeta armağan eden CHP’ye, kendi Atatürkçü, laik tabanından oy kaybettirmiştir.
Dahası bu partiler şimdi TBMM’de AKP’ye destek olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin özellikle laiklikten, daha da hızla uzaklaşmasını kolaylaştırabileceklerdir. İyi Parti’yi de bu gruba sokmak doğru olur çünkü Akşener’in hemen seçimin ertesi günü yaptığı, sanki demokratik ve dürüst bir seçim yapılmış gibi açıklamaları ve Erdoğan’ı kutlaması, Akşener’in daha İyi Parti kurulduğu günden başlayarak hep kuşku duyduğum gibi, hızla Erdoğan’a yanaşabileceğinin somut işaretleridir.
Doğru tanımlama ile seçmeninin bir bölümü “Kürt” diğer bölümü ise “Kürtçülük” siyasetini terk edemeyen, bu nedenle de her defasında kendi bölünmüşlüğünün küçük hesapları sonucunda, CHP’ye verdiği oyu, ancak CHP’nin ona muhtaç olduğunu hatırlatacak biçimde dağıtan HDP ile işbirliği de CHP’ye, bir kez daha kendi Atatürk milliyetçisi tabanından oy kaybettirmiştir.
HDP’nin bu tutumu, geçmişte HEP, HADEP, DEHAP’ın, Erdal İnönü’nün Birinci SHP’si ve Murat Karayalçın’ın İkinci SHP’si ile işbirliği söz konusu olduğunda da yaşanmıştı.
Tüm bu partilerin güvenilmezliği sadece Kılıçdaroğlu’na cumhurbaşkanlığı ikinci turunu kaybettirmekle kalmamış, CHP’ye parlamentoda milletvekili de kaybettirmiştir. Bununla da kalmamış, CHP bu koalisyonu kurabilmek için kendi kurucu ilkelerinden ve değerlerinden uzaklaşarak, demokratik, cumhuriyetçi ve laik olmayan sağa kaymıştır. Ülke ve CHP açısından en büyük kayıp budur.
Şimdi bütün bunları bilerek, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi, ekonomik durum ve karşı karşıya olduğu iç ve dış tehditler ve tehlikeler açısından ciddi bir değerlendirme yaparak, doğru bir strateji saptamak gerekli ve önceliklidir.Bu değerlendirmenin, kişilere, parti içi çekişmelere, beklentilere odaklı olmaması şarttır.
Seçimlerin hemen arkasından tanık olduğumuz -Bakan Nebati’nin uçak yolcularına yanıtı; özellikle İstanbul’da AKP’nin az oy aldığı ilçelerde AKP yandaşlarının, tarikat mensuplarının yaptıkları, kışkırtıcı gösteriler gibi- olaylar, Türkiye’de hiç beklenmedik bir anda, hiç arzu edilmeyecek bir iç çatışmanın ortaya çıkabileceğini göstermektedir ki bu çok tehlikeli bir durumdur.
Dışarıda ise Lozan Antlaşması’nın, gerek Türkiye’de yaşayan çeşitli etnik gruplar gerekse Yunanistan, Ermenistan açısından değerlendiren, çeşitli mahfillerde yazılan makaleler, raporlar, düzenlenen konferanslar yolu ile tartışılmasından tutun da, Rusya’ya -örneğin Akkuyu’da tanındığı anlaşılan ancak niteliği tam bilinmeyen ayrıcalıklar-, Arap ülkeleri ile ne karşılığında yapıldığı bilinmeyen ticaret, yatırım, varlık satışları düzenlemeleri dikkatle değerlendirilmelidir. Bu tür yüklenimler Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik ve giderek siyasi bağımsızlığını, hatta ülke bütünlüğünü tehlikeye sokabilecek gelişmelerdir.
Yine bu açıdan, ülkeye girmelerine izin verilmiş, göz yumulmuş, adeta teşvik edilmiş, daha da artması beklenen milyonlarca sığınmacının, başta demografik olmak üzere her alanda daha şimdiden yarattığı, ülke bütünlüğünü, dirlik ve düzenini bozacak bir unsur haline geldiği de unutulmamalıdır.
CHP öncelikle bunları tartışmalı ve doğru değerlendirmelidir.
Ayrıca içeride, demokrasiye ve hukuka bağlı olmayan, her seçimde her türlü demokrasi ve hukuk dışı adımı atmaktan kaçınmayan ve ileride de kaçınmayacağı izlenimini güçlü biçimde veren bir iktidarın varlığı unutulmamalıdır. Böyle bir iktidarın seçimle değiştirilmesinin güçlüğü; değişikliğin demokrasi dışı müdahale ile olmasının arzu ve kabul edilemez olduğu da dikkate alınarak, demokrasi içinde bir iktidar değişikliğinin, örneğin toplumun örgütlenmesi yoluyla nasıl gerçekleştirilebileceği düşünülmelidir. Seçim ve sandık hilelerinin, sandık güvenliğinin hangilerinin, ne ölçüde engellenebileceği; ödünç -yabancı, sığınmacı, ev satın alarak vatandaşlık kazanan vb.- oyların seçim sonuçlarına etkisinin ne kadar dengelenebileceği belirlenmelidir.
Ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran parti CHP’nin, zaman geçirmeden, başta laiklik, demokrasi, hukukun üstünlüğü, sosyal devlet gibi temel kuruluş ilkelerine; planlı, denetimli, kamucu ekonomiye, kısacası Kemalizm’e dönmesi şarttır.
Bu değerlendirmeler gereği gibi yapılabilir ve ortaya çıkacak tabloya uygun bir strateji belirlenirse, bunları benimsemiyor ve uygulamayacaklarsa, Kılıçdaroğlu ve ekibinin zaten partinin yönetiminde kalmaları olanaklı değildir.
Bütün bunarın yapılabilmesinin kanımca en kısa yolu ise Kılıçdaroğlu’nun böyle bir yol haritası çizip, görev tanımlaması yaparak, en erken bir tarihte Kurultay’ın bu amaçla toplanacağını ve kendisi ile ekibinin de kurultayda görevi bırakacaklarını açıklamasıdır.
Herkes gibi onun da bazı hataları olmuştur ama Kemal Kılıçdaroğlu, son seçimlerde doğru olanı yapmış ve başarılı olmuştur. Yukarıda çizdiğim çerçevede görevi bırakması, 2018 Adalet Yürüyüşü sonrasında olduğu gibi, zirvedeyken ayrılması anlamını da taşıyacak ve onurlu bir veda olacaktır.
Son sözüm de, hangi gerekçe ile olursa osun, Atatürkçü, laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinden yana, CHP’li, soysal demokrat, sol olduğunu söyleyip de özellikle ikinci turda oy vermeyenlere ve seçim sonrasında her şeyi bırakıp tüm eleştirilerini Kılıçdaroğlu’na yöneltenleredir: Demokrasi mücadele rejimidir. Kişisel ve duygusal olanlar da dâhi hangi gerekçeyle olursa olsun devleti, onu bu hale getirenlere tekrar teslim etmek bu ilkelerin hiçbiri ile bağdaşmaz.
İki turlu seçim bittiği anda Türkiye, Kılıçdaroğlu’nu ve CHP’yi tartışmaya başladı. Bu doğal çünkü Erdoğan ve AKP’yi tartışmanın anlamı yok. Onlar, bugüne kadar ne yaptılarsa yine onu yapmaya devam edecekler. Hatta Türkiye’yi bugün içinde bulunduğu açmaza sokan tutumlarını daha da ileri götürmeleri beklenmedir. Geriye CHP kalıyor.
CHP diyorum çünkü halkın en az yarsının Erdoğan ve AKP rejimine karşı olduğunu gösteren %48 oy, CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun, gerçekten büyük bir sabırla ve başarıyla oluşturduğu ittifak sayesinde alınmıştır.
Öte yandan bu son koalisyon bazı bilinenleri hatta geçmişte yaşananları yeniden yaşatmış ve bir kez daha doğrulamıştır. Şöyle ki;
CHP’nin veya olması gereken tanımlamayla, laik, demokrat, cumhuriyetçi soysal demokrat/sol, sağ ile her birlikteliğinde, önceki çarpıcı örnek Türk Ceza Kanunu’nun141/163. maddelerinin değiştirilmesi sırasında yaşananların gösterdiği gibi, önünde sonunda sağın güvenilmezliğinin bedelini ödemeye mahkûmdur. Nitekim bu kez de öyle olmuştur. CHP olmasaydı, bir önceki seçimde Meclis’te grup kuramayacağını hatta Meclis’e bile giremeyeceğini unutan İyi Parti bile, üstelik en yapılmaması gereken zamanda ve biçimde, 6’lı masayı terk etmiştir.
DEVA Partisi’nin tarikat tutkusu, bağlantısı; Gelecek Partisi ve Saadet Partisi ile birlikte hepsinin laiklikten uzak tutumu, kendilerine kucak açan ve onlara oyları ile orantısız sayıda milletvekilini adeta armağan eden CHP’ye, kendi Atatürkçü, laik tabanından oy kaybettirmiştir.
Dahası bu partiler şimdi TBMM’de AKP’ye destek olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin özellikle laiklikten, daha da hızla uzaklaşmasını kolaylaştırabileceklerdir. İyi Parti’yi de bu gruba sokmak doğru olur çünkü Akşener’in hemen seçimin ertesi günü yaptığı, sanki demokratik ve dürüst bir seçim yapılmış gibi açıklamaları ve Erdoğan’ı kutlaması, Akşener’in daha İyi Parti kurulduğu günden başlayarak hep kuşku duyduğum gibi, hızla Erdoğan’a yanaşabileceğinin somut işaretleridir.
Doğru tanımlama ile seçmeninin bir bölümü “Kürt” diğer bölümü ise “Kürtçülük” siyasetini terk edemeyen, bu nedenle de her defasında kendi bölünmüşlüğünün küçük hesapları sonucunda, CHP’ye verdiği oyu, ancak CHP’nin ona muhtaç olduğunu hatırlatacak biçimde dağıtan HDP ile işbirliği de CHP’ye, bir kez daha kendi Atatürk milliyetçisi tabanından oy kaybettirmiştir.
HDP’nin bu tutumu, geçmişte HEP, HADEP, DEHAP’ın, Erdal İnönü’nün Birinci SHP’si ve Murat Karayalçın’ın İkinci SHP’si ile işbirliği söz konusu olduğunda da yaşanmıştı.
Tüm bu partilerin güvenilmezliği sadece Kılıçdaroğlu’na cumhurbaşkanlığı ikinci turunu kaybettirmekle kalmamış, CHP’ye parlamentoda milletvekili de kaybettirmiştir. Bununla da kalmamış, CHP bu koalisyonu kurabilmek için kendi kurucu ilkelerinden ve değerlerinden uzaklaşarak, demokratik, cumhuriyetçi ve laik olmayan sağa kaymıştır. Ülke ve CHP açısından en büyük kayıp budur.
Şimdi bütün bunları bilerek, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi, ekonomik durum ve karşı karşıya olduğu iç ve dış tehditler ve tehlikeler açısından ciddi bir değerlendirme yaparak, doğru bir strateji saptamak gerekli ve önceliklidir.Bu değerlendirmenin, kişilere, parti içi çekişmelere, beklentilere odaklı olmaması şarttır.
Seçimlerin hemen arkasından tanık olduğumuz -Bakan Nebati’nin uçak yolcularına yanıtı; özellikle İstanbul’da AKP’nin az oy aldığı ilçelerde AKP yandaşlarının, tarikat mensuplarının yaptıkları, kışkırtıcı gösteriler gibi- olaylar, Türkiye’de hiç beklenmedik bir anda, hiç arzu edilmeyecek bir iç çatışmanın ortaya çıkabileceğini göstermektedir ki bu çok tehlikeli bir durumdur.
Dışarıda ise Lozan Antlaşması’nın, gerek Türkiye’de yaşayan çeşitli etnik gruplar gerekse Yunanistan, Ermenistan açısından değerlendiren, çeşitli mahfillerde yazılan makaleler, raporlar, düzenlenen konferanslar yolu ile tartışılmasından tutun da, Rusya’ya -örneğin Akkuyu’da tanındığı anlaşılan ancak niteliği tam bilinmeyen ayrıcalıklar-, Arap ülkeleri ile ne karşılığında yapıldığı bilinmeyen ticaret, yatırım, varlık satışları düzenlemeleri dikkatle değerlendirilmelidir. Bu tür yüklenimler Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik ve giderek siyasi bağımsızlığını, hatta ülke bütünlüğünü tehlikeye sokabilecek gelişmelerdir.
Yine bu açıdan, ülkeye girmelerine izin verilmiş, göz yumulmuş, adeta teşvik edilmiş, daha da artması beklenen milyonlarca sığınmacının, başta demografik olmak üzere her alanda daha şimdiden yarattığı, ülke bütünlüğünü, dirlik ve düzenini bozacak bir unsur haline geldiği de unutulmamalıdır.
CHP öncelikle bunları tartışmalı ve doğru değerlendirmelidir.
Ayrıca içeride, demokrasiye ve hukuka bağlı olmayan, her seçimde her türlü demokrasi ve hukuk dışı adımı atmaktan kaçınmayan ve ileride de kaçınmayacağı izlenimini güçlü biçimde veren bir iktidarın varlığı unutulmamalıdır. Böyle bir iktidarın seçimle değiştirilmesinin güçlüğü; değişikliğin demokrasi dışı müdahale ile olmasının arzu ve kabul edilemez olduğu da dikkate alınarak, demokrasi içinde bir iktidar değişikliğinin, örneğin toplumun örgütlenmesi yoluyla nasıl gerçekleştirilebileceği düşünülmelidir. Seçim ve sandık hilelerinin, sandık güvenliğinin hangilerinin, ne ölçüde engellenebileceği; ödünç -yabancı, sığınmacı, ev satın alarak vatandaşlık kazanan vb.- oyların seçim sonuçlarına etkisinin ne kadar dengelenebileceği belirlenmelidir.
Ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran parti CHP’nin, zaman geçirmeden, başta laiklik, demokrasi, hukukun üstünlüğü, sosyal devlet gibi temel kuruluş ilkelerine; planlı, denetimli, kamucu ekonomiye, kısacası Kemalizm’e dönmesi şarttır.
Bu değerlendirmeler gereği gibi yapılabilir ve ortaya çıkacak tabloya uygun bir strateji belirlenirse, bunları benimsemiyor ve uygulamayacaklarsa, Kılıçdaroğlu ve ekibinin zaten partinin yönetiminde kalmaları olanaklı değildir.
Bütün bunarın yapılabilmesinin kanımca en kısa yolu ise Kılıçdaroğlu’nun böyle bir yol haritası çizip, görev tanımlaması yaparak, en erken bir tarihte Kurultay’ın bu amaçla toplanacağını ve kendisi ile ekibinin de kurultayda görevi bırakacaklarını açıklamasıdır.
Herkes gibi onun da bazı hataları olmuştur ama Kemal Kılıçdaroğlu, son seçimlerde doğru olanı yapmış ve başarılı olmuştur. Yukarıda çizdiğim çerçevede görevi bırakması, 2018 Adalet Yürüyüşü sonrasında olduğu gibi, zirvedeyken ayrılması anlamını da taşıyacak ve onurlu bir veda olacaktır.
Son sözüm de, hangi gerekçe ile olursa osun, Atatürkçü, laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinden yana, CHP’li, soysal demokrat, sol olduğunu söyleyip de özellikle ikinci turda oy vermeyenlere ve seçim sonrasında her şeyi bırakıp tüm eleştirilerini Kılıçdaroğlu’na yöneltenleredir: Demokrasi mücadele rejimidir. Kişisel ve duygusal olanlar da dâhi hangi gerekçeyle olursa olsun devleti, onu bu hale getirenlere tekrar teslim etmek bu ilkelerin hiçbiri ile bağdaşmaz.