End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
Son günlerde, çok kısa bir dönem içinde yaşanan aşırı hava olayları hepimizi allak bullak etmeye başladı. Bir önceki hafta, yağışlar ve yağışların yarattığı afet haberleri ile yatıp kalkarken, bir gün sonra “aman dikkat edin bu sıcaklar adamı öldürür” uyarıları almaya başladık. Hem de resmi makamlardan. Nasıl dikkat edeceksek? Önce siz resmi makamlar, başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere, merkezi yönetim olarak bir “Sağlık eylem planı” hazırlamanız gerekmez mi? Neyse konum şimdi o değil.
Yaklaşık iki aydır Cadde TV de sabah programı yapıyorum. Hazırlayıp canlı olarak sunduğum programa çeşitli konular ve konuklar alıyorum. Ama nasıl oluyorsa oluyor her seferinde konu geliyor gidiyor İKLİM KRİZİNE dayanıyor. Çok sık mı konuşulmaya başlandı bu konu, yoksa artık iyice etkilerini yaşamaya mı başladık? Endişelenmeli miyiz? Beraber karar verelim.
Bu hafta başından beri Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden büyükşehirlerimiz dahil olmak üzere sıcak dalgası bekleniyor uyarıları yapıldı. “Güneş çarpması yaşanabilir” denildi. Yani, birçok insanın yaşamını kaybetmesi olası görülen bir durumdan söz ediliyor. Sıcak dalgası; “en az 3 gün süren sıcaklıkların belirli bir alan için tarihsel ortalamanın üstünde olağan dışı günler” anlamına geliyor. Nem ve basınç yoğun olarak yaşanır bu günlerde. İnsan sağlığı, ormanlar, tarım, her şeyin üzerinde etkisini görmek mümkün bu dalganın. En somut etkiyi de insan ölümlerinde görüyoruz. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 1998-2017 yılları arasında sıcak dalgaları sebebi ile hayatını kaybedenlerin sayısı 166 binden fazla. Endişelenmek için oldukça makul bir sebep.
İstatistiklerin, geçtiğimiz yıl 30 Mayıs 2022 ile 4 Eylül 2022 arasında ortaya koydukları bilgiler yukarıdaki bilgilerden daha da endişe verici. Sadece 3 ay gibi bir süre içinde, aralarında İtalya, Yunanistan ve Portekiz gibi AB ülkelerinde ısıya bağlı nedenlerden dolayı hayatını kaybedenlerin sayısı 61 bin 672 kişi. Türkiye’yi bilemiyoruz çünkü bu tür bilgilere bizim ülkemizde ulaşmak o kadar kolay değil. TÜİK verilerinde “Sıcak” ile ilgili bir ölüm sebebi bulamadım. Bu arada Dünya Meteoroloji Örgütü El Nino hava modelinin geri geldiğini duyurdu. “7 yıl sonra ortaya çıktı” diyor uzmanlar bu hava modeli için ve yine bir uyarı var; “dünyanın büyük bölümünde sıcaklıklar daha da artacak”.
İşte tüm bu olanların insanlarda kaygı yarattığını öğrendik, Uzman Psikolog İmran Kezer’den. Kendisi ile daha önceki buluşmalarımızda duyduğum bir kavramı detaylıca öğrenmek için bir araya geldik bu kez “Cadde de Sabah” programında. Ekokaygı ve Ekosefkat konuştuk.
“İklim değişikliğinin yarattığı ekolojik felaketlerin sonucu tüm canlı yaşamının tehlikeye girmesi sebebi ile duyduğumuz endişe” olarak tanımlıyor İmran Kezer Ekokaygıyı. Tıpkı yukarıda anlattığım ve bizi endişelendiren sıcak hava nedeniyle yaşanan ölümler gibi. Ya da son zamanlarda değişen yağış rejimi sebebi ile aşırı yağışların kaynak olduğu, seller, heyelanlar. Ve tabi ki orman yangınları. Nem oranı düştükçe orman yangınlarının yayılma hızı artıyor, nem oranı yükseldikçe de sıcaklık çarpması yaşanıyor. Kaygı yaşamak için yeteri kadar sebep var anlaşılacağı üzere.
Peki, bu kaygı ile baş etmesini biliyor muyuz?
“Görmemezlikten gelsek te bu kaygılar hepimizin yaşadığı kaygılar. Sağlıklı gıda ve suya erişememe, yangınlar, seller, göçler yaşanabilecekler arasında. Bizi neler bekliyor çok muğlak. Muğlak şeylere duyduğumuz duygu da kaygıdır.” diyor Uzman Psikolog Kezer.
Çözüm olarak da; “Dayanaklılık ve esneklikler yaratılmalı.”
YANİ; öncelikle
Yaşamımızı ona göre düzenlemeliyiz
“Yok, bize bir şey olmaz” dememeliyiz
Kendimize “Ekoşefkat” uygulamalıyız
Bu da ne demek şimdi? Uzm.Psk. İmran Kezer şöyle diyor.
“Şefkat acıma merhamet değildir, şefkat acıya karşı duyarlı olmaktır, acıya karşı verdiğimiz içsel tepkilerdir.” Önce “Bana ne oluyor?” adını koyalım. Örneğin; Öğrendim ki suyumuz azalıyor. Bu ben de nasıl bir endişe yaratıyor? Bu sadece benim sorunum mu? Yoksa tüm insanların sorunu mu? Bunu da belirledikten sonra, “Ben de olan iç sıkıntıya endişeye nasıl cevap vermeliyim? O kaygıya nasıl cevap vermeliyim?” sorusuna cevap bulmak gerekiyor.”
Şefkat burada devreye giriyor. Burada kabul giriyor işin içine, bu duygu ile hareket etmek ve bu duyguya getireceğimiz anlayış bu duygu ile birlikte atacağımız eylem adımlarını da belirleyecek.
İşte bu eylemler, biraz daha insanlığa, doğaya, canlıya, tabiata “ESNEK” bir biçimde yönlendiği takdirde tüm bu adımlara da “Ekoşefkat” demek mümkün.
“Bundan sonra yaşamımı nasıl düzenlemeliyim ?” Yine Sayın Kezer’in sözlerine kulak verelim.
Daha esnek olabilmek. Daha dayanıklı olabilmek. Bunun için de
sorunları kabul etmek,
hazırlıklı olmak,
haberlere duyarlı olmak,
eko okul yazarlığı bilmek,
felaket haberleri değil umut verici çözüm haberleri okumak.
İlginçtir ki, iklim değişikliği endişesini tetiklemek için bir hava felaketinin doğrudan deneyimi her zaman gerekli değildir. Yurt dışında yapılan bir araştırmaya göre (Kaynak: Antropesen Dergisi) Birçok iklim psikolojisi araştırmacısı, insanları harekete geçmeye neyin ittiğini anlaya çalışmışlar. Ortaya çıkmış ki, bazı iklim savunucuları, KORKUTMANIN daha etkili olduğunu; bazıları ise korkunun durumu felç ettiğini, o yüzden mesajların UMUDU vurgulaması gerektiğini ileri sürmüşler. “Dünya yok oluyor, arılar ölüyor, sıcaklıklar milyonlarca ölüme sebep olacak” yerine, “dünyanın kaynakları doğru kullanıldığında yeterlidir, arıların bin yıl sonra da yaşayabileceği teknoloji mevcut, sıcaklar insan ve dünya sağlığına tehlike oluşturmaması için acilen önlemler alınmalı” gibi.
Bir kısım ise HEM UMUT HEM DE KORKU gereklidir demiş, ben de aynı fikirdeyim. Ayrıca başka bir çalışma, iklim eylemi yapmanın, insanların çevresel kaygılarıyla başa çıkmalarına yardımcı olan psikolojik bir başa çıkma stratejisini yansıttığını öne sürerek, eylemin bir umut biçimi, korkuya karşı da bir siper olduğunu ortaya koymuş. Öyle ise umutla, sorunların çözümleri olduğunu bilerek, her birimizin harekete geçmesi “gerekiyoru” anlıyorum ben buradan. Ne için? bir an önce karar alıcıların çözümleri ortaya koyan uzmanların sesine kulak vermesi ve çocuklarımıza yaşanabilir bir dünya kalması için. Tıpkı Muğla Milas’daki zeytin ağaçlarının kesilmesini engellemeye çalışan halkın umudu gibi, tıpkı Rize’nin İkizdere ilçesindeki taşocağı için yok edilmeye çalışılan çay tarlalarını korumaya çalışan halkın umutları gibi. Peki, sadece birkaç dakika düşünün lütfen siz hangi iklim eyleminin içindesiniz? Türkiye’de 20 ayrı olayda 90 dan fazla bu ve benzeri sorunlar için ayağa kalkmış olan hangi bölge halkının yanına sadece birkaç dakika uğradınız. Pazarda ya da markette bulduğumuzda altın bulmuş gibi sevindiğimiz KÖY YUMURTASINI çocuklarımıza yedirmeye çalışırken düşünelim lütfen; hangi köy yok edilmeye çalışılırken, destek isteyen halkın yanındayız?
Yaklaşık iki aydır Cadde TV de sabah programı yapıyorum. Hazırlayıp canlı olarak sunduğum programa çeşitli konular ve konuklar alıyorum. Ama nasıl oluyorsa oluyor her seferinde konu geliyor gidiyor İKLİM KRİZİNE dayanıyor. Çok sık mı konuşulmaya başlandı bu konu, yoksa artık iyice etkilerini yaşamaya mı başladık? Endişelenmeli miyiz? Beraber karar verelim.
Bu hafta başından beri Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden büyükşehirlerimiz dahil olmak üzere sıcak dalgası bekleniyor uyarıları yapıldı. “Güneş çarpması yaşanabilir” denildi. Yani, birçok insanın yaşamını kaybetmesi olası görülen bir durumdan söz ediliyor. Sıcak dalgası; “en az 3 gün süren sıcaklıkların belirli bir alan için tarihsel ortalamanın üstünde olağan dışı günler” anlamına geliyor. Nem ve basınç yoğun olarak yaşanır bu günlerde. İnsan sağlığı, ormanlar, tarım, her şeyin üzerinde etkisini görmek mümkün bu dalganın. En somut etkiyi de insan ölümlerinde görüyoruz. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 1998-2017 yılları arasında sıcak dalgaları sebebi ile hayatını kaybedenlerin sayısı 166 binden fazla. Endişelenmek için oldukça makul bir sebep.
İstatistiklerin, geçtiğimiz yıl 30 Mayıs 2022 ile 4 Eylül 2022 arasında ortaya koydukları bilgiler yukarıdaki bilgilerden daha da endişe verici. Sadece 3 ay gibi bir süre içinde, aralarında İtalya, Yunanistan ve Portekiz gibi AB ülkelerinde ısıya bağlı nedenlerden dolayı hayatını kaybedenlerin sayısı 61 bin 672 kişi. Türkiye’yi bilemiyoruz çünkü bu tür bilgilere bizim ülkemizde ulaşmak o kadar kolay değil. TÜİK verilerinde “Sıcak” ile ilgili bir ölüm sebebi bulamadım. Bu arada Dünya Meteoroloji Örgütü El Nino hava modelinin geri geldiğini duyurdu. “7 yıl sonra ortaya çıktı” diyor uzmanlar bu hava modeli için ve yine bir uyarı var; “dünyanın büyük bölümünde sıcaklıklar daha da artacak”.
İşte tüm bu olanların insanlarda kaygı yarattığını öğrendik, Uzman Psikolog İmran Kezer’den. Kendisi ile daha önceki buluşmalarımızda duyduğum bir kavramı detaylıca öğrenmek için bir araya geldik bu kez “Cadde de Sabah” programında. Ekokaygı ve Ekosefkat konuştuk.
“İklim değişikliğinin yarattığı ekolojik felaketlerin sonucu tüm canlı yaşamının tehlikeye girmesi sebebi ile duyduğumuz endişe” olarak tanımlıyor İmran Kezer Ekokaygıyı. Tıpkı yukarıda anlattığım ve bizi endişelendiren sıcak hava nedeniyle yaşanan ölümler gibi. Ya da son zamanlarda değişen yağış rejimi sebebi ile aşırı yağışların kaynak olduğu, seller, heyelanlar. Ve tabi ki orman yangınları. Nem oranı düştükçe orman yangınlarının yayılma hızı artıyor, nem oranı yükseldikçe de sıcaklık çarpması yaşanıyor. Kaygı yaşamak için yeteri kadar sebep var anlaşılacağı üzere.
Peki, bu kaygı ile baş etmesini biliyor muyuz?
“Görmemezlikten gelsek te bu kaygılar hepimizin yaşadığı kaygılar. Sağlıklı gıda ve suya erişememe, yangınlar, seller, göçler yaşanabilecekler arasında. Bizi neler bekliyor çok muğlak. Muğlak şeylere duyduğumuz duygu da kaygıdır.” diyor Uzman Psikolog Kezer.
Çözüm olarak da; “Dayanaklılık ve esneklikler yaratılmalı.”
YANİ; öncelikle
Yaşamımızı ona göre düzenlemeliyiz
“Yok, bize bir şey olmaz” dememeliyiz
Kendimize “Ekoşefkat” uygulamalıyız
Bu da ne demek şimdi? Uzm.Psk. İmran Kezer şöyle diyor.
“Şefkat acıma merhamet değildir, şefkat acıya karşı duyarlı olmaktır, acıya karşı verdiğimiz içsel tepkilerdir.” Önce “Bana ne oluyor?” adını koyalım. Örneğin; Öğrendim ki suyumuz azalıyor. Bu ben de nasıl bir endişe yaratıyor? Bu sadece benim sorunum mu? Yoksa tüm insanların sorunu mu? Bunu da belirledikten sonra, “Ben de olan iç sıkıntıya endişeye nasıl cevap vermeliyim? O kaygıya nasıl cevap vermeliyim?” sorusuna cevap bulmak gerekiyor.”
Şefkat burada devreye giriyor. Burada kabul giriyor işin içine, bu duygu ile hareket etmek ve bu duyguya getireceğimiz anlayış bu duygu ile birlikte atacağımız eylem adımlarını da belirleyecek.
İşte bu eylemler, biraz daha insanlığa, doğaya, canlıya, tabiata “ESNEK” bir biçimde yönlendiği takdirde tüm bu adımlara da “Ekoşefkat” demek mümkün.
“Bundan sonra yaşamımı nasıl düzenlemeliyim ?” Yine Sayın Kezer’in sözlerine kulak verelim.
Daha esnek olabilmek. Daha dayanıklı olabilmek. Bunun için de
sorunları kabul etmek,
hazırlıklı olmak,
haberlere duyarlı olmak,
eko okul yazarlığı bilmek,
felaket haberleri değil umut verici çözüm haberleri okumak.
İlginçtir ki, iklim değişikliği endişesini tetiklemek için bir hava felaketinin doğrudan deneyimi her zaman gerekli değildir. Yurt dışında yapılan bir araştırmaya göre (Kaynak: Antropesen Dergisi) Birçok iklim psikolojisi araştırmacısı, insanları harekete geçmeye neyin ittiğini anlaya çalışmışlar. Ortaya çıkmış ki, bazı iklim savunucuları, KORKUTMANIN daha etkili olduğunu; bazıları ise korkunun durumu felç ettiğini, o yüzden mesajların UMUDU vurgulaması gerektiğini ileri sürmüşler. “Dünya yok oluyor, arılar ölüyor, sıcaklıklar milyonlarca ölüme sebep olacak” yerine, “dünyanın kaynakları doğru kullanıldığında yeterlidir, arıların bin yıl sonra da yaşayabileceği teknoloji mevcut, sıcaklar insan ve dünya sağlığına tehlike oluşturmaması için acilen önlemler alınmalı” gibi.
Bir kısım ise HEM UMUT HEM DE KORKU gereklidir demiş, ben de aynı fikirdeyim. Ayrıca başka bir çalışma, iklim eylemi yapmanın, insanların çevresel kaygılarıyla başa çıkmalarına yardımcı olan psikolojik bir başa çıkma stratejisini yansıttığını öne sürerek, eylemin bir umut biçimi, korkuya karşı da bir siper olduğunu ortaya koymuş. Öyle ise umutla, sorunların çözümleri olduğunu bilerek, her birimizin harekete geçmesi “gerekiyoru” anlıyorum ben buradan. Ne için? bir an önce karar alıcıların çözümleri ortaya koyan uzmanların sesine kulak vermesi ve çocuklarımıza yaşanabilir bir dünya kalması için. Tıpkı Muğla Milas’daki zeytin ağaçlarının kesilmesini engellemeye çalışan halkın umudu gibi, tıpkı Rize’nin İkizdere ilçesindeki taşocağı için yok edilmeye çalışılan çay tarlalarını korumaya çalışan halkın umutları gibi. Peki, sadece birkaç dakika düşünün lütfen siz hangi iklim eyleminin içindesiniz? Türkiye’de 20 ayrı olayda 90 dan fazla bu ve benzeri sorunlar için ayağa kalkmış olan hangi bölge halkının yanına sadece birkaç dakika uğradınız. Pazarda ya da markette bulduğumuzda altın bulmuş gibi sevindiğimiz KÖY YUMURTASINI çocuklarımıza yedirmeye çalışırken düşünelim lütfen; hangi köy yok edilmeye çalışılırken, destek isteyen halkın yanındayız?