End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
Doğumla ölüm arasında
İnsan doğar, yaşar ölür, geriye hikayesi kalır. İranlı şair Füruğ’un dediği gibi, kuş ölür sen uçuşu hatırla. Peki nedir insan, nasıl bir varlıktır? Kendini bu dünyanın efendisi olarak gören insan, aslında doğanın en zayıflarından biri olduğunu bilmiyor mu ya da biliyor da bilmemezlikten mi geliyor? Bu soruların cevapları bizi onun morfolojisine götürecek ister istemez.
Yazılımlar çatışıyor
Biraz bilişim çağının dili ile söylersek “İnsan”ın doğal yazılımla dünyaya geldiğini söyleyebiliriz. Bu doğal yapımız, altı duyguyu içeriyor. Bunlar; sevinç, üzüntü, ürkme, iğrenme, öfke ve korku duygularıdır.
Bu duyguların içinde en yoğun olanı korku duygusudur: Korkuların da en büyüğü ölüm korkusudur. Denebilir ki yaşamımızı belirleyen her şey ölüm korkusundan pay alır ve onun tarafından şekillenir.
Aslında bu yüzden olsa gerek insanoğlu hep cesareti kutsamıştır. Bu dünyada ölüm olduğu için kahramanlık vardır. Ölüm olmasa idi kahramanlara ihtiyaç olmazdı.
Peki bu niye böyledir?
Çünkü bu dünyada ölüm olduğu için korku var, korku olduğu için zulüm var. İşte püf noktası burası, zülüm olduğu için direnme var. Fakat çoğu kez direnmenin bedeli ağırdır, çoğu kez de ucunda ölüm var. O yüzden direnmek cesaret ister. Her fani, fani olduğunu bilse de böyle bir şeye talip olmak istemez. İşte bu noktada cesaret devreye girer, yaşamda her zaman fark yaratan cesarettir. Ne ki direnmek yaşamaktır, yaşamak da direnmek…
Çatışma gerilim oluşturuyor
Bu işin bir yanı, diğer yanı doğum ile ölüm arasında yaşananlardır. Bu hatta etrafımızdan ve ilişkilerimizden epey etkileniriz. Yani doğal bir yazılımla dünyaya geliyoruz ama sosyal bir varlık olarak kültüre muhatap oluyoruz.
Doğduktan sonra sosyal yazılım başlıyor ve bu daha etkili olmaya başlıyor. Böylece duyguların istekleri ile toplumun baskıları karşı karşıya gelir ve biz ister istemez bu karmaşanın kıskacında ilerleriz. Çünkü bu iki zıt kutup arasındaki çekim ve itim büyük bir gerilim oluşturur. Ne ki ve ne yazık ki insanoğlunun yaşamı bu gerilim içinde geçer. Bu kimi zaman kaderi olur insanın kimi zaman da kederi.
Denge kurulmazsa kırılma yaşanır
Levra çok az insan beden ile duygular arasında denge kurar. Çünkü bedenin istekleri ile dışardan doldurulmuş aklın istekleri çoğu kez uyuşmaz. Aklın yap dedikleri, yapma dedikleri vardır ancak duyguların ve yüreğin kanunları yoktur. Sözgelimi akıl güven içinde olmamızı ister o yüzden çoğu zaman erteler, duygular ve istençler ise şimdi olsun, hemen olsun ister. Fakat akıl ve çevresel etkenler “hemen”i bastırır.
Hep bastırırsan bir yerden çıkar ortaya
Zihin sussa da beden yalan söylemez. İstençler hazla tatmine ulaşır ama dışardaki gerçekler (ahlak, norm ve kurallar) çoğu kez buna cevaz vermez. O taktirde iç talepler dış gerçeklik tarafından bastırılır. Freud buna, haz ilkesinin gerçeklik ilkesi tarafından bastırılması der.
Fazla bastırma bedende ve ruhsal dünyada hastalık olarak ortaya çıkar. Diğer bir deyişle sosyal yazılım ile doğal yazılım arasında var olan çatışma bir dengeye oturmazsa maraza çıkar. Bu nedenle çoğu zaman doğal yazılım sosyal yazılım tarafından bastırılır, duygular kurallar tarafından engellenir.
Bedenin istekleri bitmez
Oysa aslolan doğal yazılımdır, bedendir. Sonrası, sonradan inşa edilen bir şeydir. Bir insanın şöyle veya böyle olması, farklı olması bundandır. Denebilir ki “İnsan” doğduktan sonra inşa edilen bir varlıktır.
Diğer bir deyişle bedene dayalı psikosomatik rollerle doğuyoruz, yani önce beden var, bebek keşfettikçe psikoloji ve duygusal roller gelişir, kültür tarafından aşılanır, hapsedilir, böylece doğal insan doğal olmaktan çıkar, mecburen başka biri haline gelir. Yani insan zamanla ilk haline, doğal haline yabancılaşır.
Çoğu insan toplumsal baskılarla bedensel arzuları dengeye getirerek bu durumu aşıp topluma uyum sağlarken birçoğu da buna başaramayarak, uçuruma yuvarlanır. Böylece çevresi tarından dışlanır, toplum tarafından aforoz edilir, sonradan yaratılan kuklalar tarafından bent edilir, hapsedilir hatta öldürülür.
Kültürün dayatması
Facia aslında doğal isteklerin sosyal yazılım tarafından bastırılmasıyla ortaya çıkıyor. Bizler altta yatan bu çatışmayı görmek, irdelemek, çözmek yerine üste görünür olanla yetiniyor, görünür olanı değerlendiriyor ve yargılıyoruz. Bununla yetinmek işin kolayı ve bu kolay, kolayımıza geliyor.
Çoğu zaman da altından çıkamadığımızda öfkeleniyoruz. Oysa öfke, en hızlı dışa vurma, ifade etme biçimidir. Bastırılmış duygulara başkaldırmaktır, şu ya da bu biçimde, şu ya da bu nedenle.
Sevgisizlikten, korkudan kaynaklanıyor olabilir, başka bir şeyden kaynaklanıyor olabilir, ama mutlaka kaynaklandığı bir şey vardır, mutlaka bir nedeni vardır.
Çünkü hiçbir şey nedensiz değildir.
İnsan doğar, yaşar ölür, geriye hikayesi kalır. İranlı şair Füruğ’un dediği gibi, kuş ölür sen uçuşu hatırla. Peki nedir insan, nasıl bir varlıktır? Kendini bu dünyanın efendisi olarak gören insan, aslında doğanın en zayıflarından biri olduğunu bilmiyor mu ya da biliyor da bilmemezlikten mi geliyor? Bu soruların cevapları bizi onun morfolojisine götürecek ister istemez.
Yazılımlar çatışıyor
Biraz bilişim çağının dili ile söylersek “İnsan”ın doğal yazılımla dünyaya geldiğini söyleyebiliriz. Bu doğal yapımız, altı duyguyu içeriyor. Bunlar; sevinç, üzüntü, ürkme, iğrenme, öfke ve korku duygularıdır.
“Bu dünyada ölüm olduğu için kahramanlık vardır”
Bu duyguların içinde en yoğun olanı korku duygusudur: Korkuların da en büyüğü ölüm korkusudur. Denebilir ki yaşamımızı belirleyen her şey ölüm korkusundan pay alır ve onun tarafından şekillenir.
Aslında bu yüzden olsa gerek insanoğlu hep cesareti kutsamıştır. Bu dünyada ölüm olduğu için kahramanlık vardır. Ölüm olmasa idi kahramanlara ihtiyaç olmazdı.
Peki bu niye böyledir?
Çünkü bu dünyada ölüm olduğu için korku var, korku olduğu için zulüm var. İşte püf noktası burası, zülüm olduğu için direnme var. Fakat çoğu kez direnmenin bedeli ağırdır, çoğu kez de ucunda ölüm var. O yüzden direnmek cesaret ister. Her fani, fani olduğunu bilse de böyle bir şeye talip olmak istemez. İşte bu noktada cesaret devreye girer, yaşamda her zaman fark yaratan cesarettir. Ne ki direnmek yaşamaktır, yaşamak da direnmek…
Çatışma gerilim oluşturuyor
Bu işin bir yanı, diğer yanı doğum ile ölüm arasında yaşananlardır. Bu hatta etrafımızdan ve ilişkilerimizden epey etkileniriz. Yani doğal bir yazılımla dünyaya geliyoruz ama sosyal bir varlık olarak kültüre muhatap oluyoruz.
Doğduktan sonra sosyal yazılım başlıyor ve bu daha etkili olmaya başlıyor. Böylece duyguların istekleri ile toplumun baskıları karşı karşıya gelir ve biz ister istemez bu karmaşanın kıskacında ilerleriz. Çünkü bu iki zıt kutup arasındaki çekim ve itim büyük bir gerilim oluşturur. Ne ki ve ne yazık ki insanoğlunun yaşamı bu gerilim içinde geçer. Bu kimi zaman kaderi olur insanın kimi zaman da kederi.
Denge kurulmazsa kırılma yaşanır
Levra çok az insan beden ile duygular arasında denge kurar. Çünkü bedenin istekleri ile dışardan doldurulmuş aklın istekleri çoğu kez uyuşmaz. Aklın yap dedikleri, yapma dedikleri vardır ancak duyguların ve yüreğin kanunları yoktur. Sözgelimi akıl güven içinde olmamızı ister o yüzden çoğu zaman erteler, duygular ve istençler ise şimdi olsun, hemen olsun ister. Fakat akıl ve çevresel etkenler “hemen”i bastırır.
Hep bastırırsan bir yerden çıkar ortaya
Zihin sussa da beden yalan söylemez. İstençler hazla tatmine ulaşır ama dışardaki gerçekler (ahlak, norm ve kurallar) çoğu kez buna cevaz vermez. O taktirde iç talepler dış gerçeklik tarafından bastırılır. Freud buna, haz ilkesinin gerçeklik ilkesi tarafından bastırılması der.
Fazla bastırma bedende ve ruhsal dünyada hastalık olarak ortaya çıkar. Diğer bir deyişle sosyal yazılım ile doğal yazılım arasında var olan çatışma bir dengeye oturmazsa maraza çıkar. Bu nedenle çoğu zaman doğal yazılım sosyal yazılım tarafından bastırılır, duygular kurallar tarafından engellenir.
Bedenin istekleri bitmez
Oysa aslolan doğal yazılımdır, bedendir. Sonrası, sonradan inşa edilen bir şeydir. Bir insanın şöyle veya böyle olması, farklı olması bundandır. Denebilir ki “İnsan” doğduktan sonra inşa edilen bir varlıktır.
“İnsan zamanla ilk haline, doğal haline yabancılaşır”
Diğer bir deyişle bedene dayalı psikosomatik rollerle doğuyoruz, yani önce beden var, bebek keşfettikçe psikoloji ve duygusal roller gelişir, kültür tarafından aşılanır, hapsedilir, böylece doğal insan doğal olmaktan çıkar, mecburen başka biri haline gelir. Yani insan zamanla ilk haline, doğal haline yabancılaşır.
Çoğu insan toplumsal baskılarla bedensel arzuları dengeye getirerek bu durumu aşıp topluma uyum sağlarken birçoğu da buna başaramayarak, uçuruma yuvarlanır. Böylece çevresi tarından dışlanır, toplum tarafından aforoz edilir, sonradan yaratılan kuklalar tarafından bent edilir, hapsedilir hatta öldürülür.
Kültürün dayatması
Facia aslında doğal isteklerin sosyal yazılım tarafından bastırılmasıyla ortaya çıkıyor. Bizler altta yatan bu çatışmayı görmek, irdelemek, çözmek yerine üste görünür olanla yetiniyor, görünür olanı değerlendiriyor ve yargılıyoruz. Bununla yetinmek işin kolayı ve bu kolay, kolayımıza geliyor.
Çoğu zaman da altından çıkamadığımızda öfkeleniyoruz. Oysa öfke, en hızlı dışa vurma, ifade etme biçimidir. Bastırılmış duygulara başkaldırmaktır, şu ya da bu biçimde, şu ya da bu nedenle.
Sevgisizlikten, korkudan kaynaklanıyor olabilir, başka bir şeyden kaynaklanıyor olabilir, ama mutlaka kaynaklandığı bir şey vardır, mutlaka bir nedeni vardır.
Çünkü hiçbir şey nedensiz değildir.