End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
Türkiye Cumhuriyeti belki de, uygar insanların, vatandaşlar arasında hiçbir ayrım gözetmeyen güzel bir ülkede, refah ve huzur içinde yaşaması için elindeki son fırsatı hoyratça tepti. Bundan sonrası her açıdan kaos ve tufan.
Aylardır hatta yıllardır hala aklı başında kalabilmiş bilgili, deneyimli ve dürüst insanlar tarafından yazılıp, söylenmiş şeyleri uzun uzun tekrarlamanın bir yararı yok.
Kısaca Türkiye, içeride ve dışarıda sağlıktan, eğitime; ekonomiden, yaşam biçimine; insan haklarına ve demokratik özgürlüklere kadar her alanda Erdoğan ve AKP’nin onu soktuğu çıkmaz sokakta bir adım daha ilerledi. Dahası Türkiye Cumhuriyeti’nin iç ve dış güvenliği artık çok yakın, büyük ve ciddi bir tehdit altındadır.
Biliyorum şimdi hemen kolaycılığa kaçılacak ve bütün suç tek bir kişinin, Kemal Kılıçdaroğlu’nun üzerine yıkılmaya kalkışılacaktır. Kimse kendisini kandırmasın.
Kılıçdaroğlu, bütün eksikliklerine ve yanlışlarına karşın, Cumhuriyet tarihinin her açıdan en şaibeli, hukuksuz, adil olmayan, kurgulanmış seçiminde bile aldığı %48 oyla CHP’yi, Atatürk ve İsmet İnönü’den sonra, ilk kez Ecevit’ten (%42) bile daha yükseğe çıkaran kişidir. Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet tarihinde ilk kez sağı-solu-dinciyi-Türk’ü-Kürt’ü hatta Kürtçü’yü, Cumhuriyeti, demokratik, laik, soysal hukuk devleti niteliği ile ayakta tutmak amacı etrafında bir araya getirebilen kişidir.
Sorun Kılıçdaroğlu’na oy verenlerin azlığı veya Erdoğan’a oy verenlerin çokluğu değil, böylesine yaşamsal bir seçimde bile oy kullanmayacak kadar aymazların çokluğudur. Yaklaşık 11 milyon seçmen.
Ne yazık ki oy vermeyenlerin çoğunluğu “aydın, ilerici, milliyetçi, cumhuriyetçi” kisvesi altında gözüküp de aslında bu niteliklerin tam tersine sahip kişilerdir.
Sorun, 1950’den bugüne ülkeyi neredeyse kesintisiz yöneten sağ iktidarların, Türkiye Cumhuriyeti’ne düşman, onu yıkmaya yeminli dincilere, tarikatlara, ağalara dayanarak iktidara gelen ve iktidarda kalmak için her geçen gün bu Cumhuriyet düşmanlarına daha da çok ödün veren politikacılarıdır. Bunlara sol veya soysal demokrat politikacılar da dahildir. Bu çerçevede, 1960 askeri müdahalesinden sonra ticarete soyunan, 1980 ve sonraki müdahaleleri ile ülkenin bütün ilerici güçlerini ezip, radikal İslam’ın, Rabıta’nın önünü açan Silahlı Kuvvetler’in üst düzey komutanları da unutulmamalıdır.
Sorun; 1950 yılından bu yana, her şey hepimizin gözünün önünde olurken, politikayı, kişisel çıkarların, hırsların tatmin edileceği bir araç olarak gören, uzlaşmayı Cumhuriyet’i yıkmaya yeminli kişilere, gruplara ödün üzerine ödün vererek, politika sahnesinde kalmak zanneden, sol veya sosyal demokrat politikacılardadır.
Türkiye’yi bu günlere getiren ve AKP ile Erdoğan’a adeta altın tepside sunan, her biri devletin en üst kademelerine kadar çıkmış, parti başkanlığı, Meclis Başkanlığı, başbakanlık yapmış; kişisel çıkarları uğruna Erdoğan ve AKP iktidarına seve seve hizmet etmiş, ama dünden beri Kemal Kııçdaroğlu’na istifa çağrısında bulunan, her sıfattan siyasetçiler, gazeteciler, emekli devlet memurları hatta Dışişleri Bakanlığı Müsteşarlığı bile yapmış ancak bir tek gün bile, yanlışlara direnmemiş, hatta yanlışlara çanak tutmuş kişilerdir sorun olan.
Sorun, Cumhuriyet kurulduğundan bu yana ilk kez sağı-solu, Kürtçüyü, dinciyi bir araya getirebilen Kemal Kılıçdaroğlu’nun altını oymakta hiçbir sakınca görmeyen, profesöründen hukukçusuna, emekli generalinden, gazetecisine hatta onun CHP’ye ait olandan ödün vererek kurduğu ittifaktaki kişilerdir.
Sorun, 21 yıldır göz göre göre devleti çökerten, Cumhuriyeti yok etmek için elinden geleni ardına koymayan bir kişiyi ve iktdarı neredeyse tek kelime eleştirmez; ona karşı en küçük bir hareketin içinde olmazken, her fırsatta, her ağzını açtığında, kalemi her eline aldığında CHP ve Kılıçdaroğlu’na vuran, bunu da marifet zanneden, her sınıftan ve gruptan “kanaat önderleri!”dir.
Sorun, eğitim çığırından çıkarılırken sesini çıkarmayanlarda; Aziz Nesin ve arkadaşları Sivas-Madımak Otel’de diri diri yakılırken seyirci kalan, görevini yerine getirmeyen mülki idare amirlerine, güvenlik güçlerine hesap sormayan politikacılardadır.
Sorun domuz bağı ile kadınları öldürenleri hapisten salıverenlerle; Türk bayrağından, Türk sözcüğünden, TBMM milletvekili yemininden rahatsız olanlarla ortaklık kuranlarla, buna karşı çıkmamayı milliyetçilik olarak yutturmaya çalışanlardadır.
Sorun, diplomasız olduğu konusunda ciddi kuşkular bulunan bir kişinin yıllarca cumhurbaşkanı olmasına ses çıkartmayan; Anayasa’ya aykırı olduğunu bile bile üçüncü kez aday olması; bakanların istifa etmeden milletvekili adayı olması; seçildikten sonra bile ikinci tura kadar Meclis’te yemin etmeyip bakan yetkilerini kullanmaya devam etmeleri karşısında hareketsiz kalan, başta muhalefet partileri olmak üzere, sivil topum örgütleridir.
Sorun, devletin kozmik odasına girilmesine sesini çıkarmayan, sonra terör örgütü lideri savıyla hapsedilen; hapisten çıkınca kendisini hapsettiren kişiye şükranlarını sunan; sonra da en büyük Atatürkçü kesilip her yerde boy gösteren, Atatürk ve Atatürkçülük üzerine kitaplar, kitaplar yazan komutanlardır.
Kısacası sorun, sorunları yaratana değil önlemeye çalışana yüklenen; onun altını oymak için elinden geleni ardına koymayan politikacılarda; görevini yapmayan devlet görevlilerinde; bu devletin büyükelçisi, valisi, akademisyeni; bu ülkenin kaynaklarını kullanarak Karun gibi zengin olan ama böylesine yaşamsal bir seçimde oy kullanmak yerine, yazlığına gidip, orada ahkâm kesen işadamlarındadır.
Kemal Kılıçdaroğlu’nu sorumlu tutmakla bütün bu sorumlular kendilerini temize çıkarabilecekler, vicdanlarını rahatlatabileceklerse; daha da önemlisi, ülke düze çıkacaksa, Kılıçdaroğu’nu suçlu ilan edelim. Hatta bir yararı olacaksa, Vahşi Batı’da yapıldığı gibi, sorgusuz sualsiz, yargısız, ilk ağaca asalım.
Erdoğan’a, AKP’ye, Cumhuriyeti yok etmeye yeminli takipçilerine ve neredeyse 80 yıldır meydanı onlara boş bırakan koca koca kadınlara, erkeklere bakıyorum da, çocuklara ve hayvanlara üzülüyorum. Sadece onlar masum.
Not: Seçim histerisi biraz yatışmalı ki geçmiş doğru değerlendirilip, gelecek doğru görülebilsin, aynı yanlışlar tekrarlanmasın. Bu konuya döneceğim.
Aylardır hatta yıllardır hala aklı başında kalabilmiş bilgili, deneyimli ve dürüst insanlar tarafından yazılıp, söylenmiş şeyleri uzun uzun tekrarlamanın bir yararı yok.
Kısaca Türkiye, içeride ve dışarıda sağlıktan, eğitime; ekonomiden, yaşam biçimine; insan haklarına ve demokratik özgürlüklere kadar her alanda Erdoğan ve AKP’nin onu soktuğu çıkmaz sokakta bir adım daha ilerledi. Dahası Türkiye Cumhuriyeti’nin iç ve dış güvenliği artık çok yakın, büyük ve ciddi bir tehdit altındadır.
Biliyorum şimdi hemen kolaycılığa kaçılacak ve bütün suç tek bir kişinin, Kemal Kılıçdaroğlu’nun üzerine yıkılmaya kalkışılacaktır. Kimse kendisini kandırmasın.
Kılıçdaroğlu, bütün eksikliklerine ve yanlışlarına karşın, Cumhuriyet tarihinin her açıdan en şaibeli, hukuksuz, adil olmayan, kurgulanmış seçiminde bile aldığı %48 oyla CHP’yi, Atatürk ve İsmet İnönü’den sonra, ilk kez Ecevit’ten (%42) bile daha yükseğe çıkaran kişidir. Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet tarihinde ilk kez sağı-solu-dinciyi-Türk’ü-Kürt’ü hatta Kürtçü’yü, Cumhuriyeti, demokratik, laik, soysal hukuk devleti niteliği ile ayakta tutmak amacı etrafında bir araya getirebilen kişidir.
Sorun Kılıçdaroğlu’na oy verenlerin azlığı veya Erdoğan’a oy verenlerin çokluğu değil, böylesine yaşamsal bir seçimde bile oy kullanmayacak kadar aymazların çokluğudur. Yaklaşık 11 milyon seçmen.
Ne yazık ki oy vermeyenlerin çoğunluğu “aydın, ilerici, milliyetçi, cumhuriyetçi” kisvesi altında gözüküp de aslında bu niteliklerin tam tersine sahip kişilerdir.
Sorun, 1950’den bugüne ülkeyi neredeyse kesintisiz yöneten sağ iktidarların, Türkiye Cumhuriyeti’ne düşman, onu yıkmaya yeminli dincilere, tarikatlara, ağalara dayanarak iktidara gelen ve iktidarda kalmak için her geçen gün bu Cumhuriyet düşmanlarına daha da çok ödün veren politikacılarıdır. Bunlara sol veya soysal demokrat politikacılar da dahildir. Bu çerçevede, 1960 askeri müdahalesinden sonra ticarete soyunan, 1980 ve sonraki müdahaleleri ile ülkenin bütün ilerici güçlerini ezip, radikal İslam’ın, Rabıta’nın önünü açan Silahlı Kuvvetler’in üst düzey komutanları da unutulmamalıdır.
Sorun; 1950 yılından bu yana, her şey hepimizin gözünün önünde olurken, politikayı, kişisel çıkarların, hırsların tatmin edileceği bir araç olarak gören, uzlaşmayı Cumhuriyet’i yıkmaya yeminli kişilere, gruplara ödün üzerine ödün vererek, politika sahnesinde kalmak zanneden, sol veya sosyal demokrat politikacılardadır.
Türkiye’yi bu günlere getiren ve AKP ile Erdoğan’a adeta altın tepside sunan, her biri devletin en üst kademelerine kadar çıkmış, parti başkanlığı, Meclis Başkanlığı, başbakanlık yapmış; kişisel çıkarları uğruna Erdoğan ve AKP iktidarına seve seve hizmet etmiş, ama dünden beri Kemal Kııçdaroğlu’na istifa çağrısında bulunan, her sıfattan siyasetçiler, gazeteciler, emekli devlet memurları hatta Dışişleri Bakanlığı Müsteşarlığı bile yapmış ancak bir tek gün bile, yanlışlara direnmemiş, hatta yanlışlara çanak tutmuş kişilerdir sorun olan.
Sorun, Cumhuriyet kurulduğundan bu yana ilk kez sağı-solu, Kürtçüyü, dinciyi bir araya getirebilen Kemal Kılıçdaroğlu’nun altını oymakta hiçbir sakınca görmeyen, profesöründen hukukçusuna, emekli generalinden, gazetecisine hatta onun CHP’ye ait olandan ödün vererek kurduğu ittifaktaki kişilerdir.
Sorun, 21 yıldır göz göre göre devleti çökerten, Cumhuriyeti yok etmek için elinden geleni ardına koymayan bir kişiyi ve iktdarı neredeyse tek kelime eleştirmez; ona karşı en küçük bir hareketin içinde olmazken, her fırsatta, her ağzını açtığında, kalemi her eline aldığında CHP ve Kılıçdaroğlu’na vuran, bunu da marifet zanneden, her sınıftan ve gruptan “kanaat önderleri!”dir.
Sorun, eğitim çığırından çıkarılırken sesini çıkarmayanlarda; Aziz Nesin ve arkadaşları Sivas-Madımak Otel’de diri diri yakılırken seyirci kalan, görevini yerine getirmeyen mülki idare amirlerine, güvenlik güçlerine hesap sormayan politikacılardadır.
Sorun domuz bağı ile kadınları öldürenleri hapisten salıverenlerle; Türk bayrağından, Türk sözcüğünden, TBMM milletvekili yemininden rahatsız olanlarla ortaklık kuranlarla, buna karşı çıkmamayı milliyetçilik olarak yutturmaya çalışanlardadır.
Sorun, diplomasız olduğu konusunda ciddi kuşkular bulunan bir kişinin yıllarca cumhurbaşkanı olmasına ses çıkartmayan; Anayasa’ya aykırı olduğunu bile bile üçüncü kez aday olması; bakanların istifa etmeden milletvekili adayı olması; seçildikten sonra bile ikinci tura kadar Meclis’te yemin etmeyip bakan yetkilerini kullanmaya devam etmeleri karşısında hareketsiz kalan, başta muhalefet partileri olmak üzere, sivil topum örgütleridir.
Sorun, devletin kozmik odasına girilmesine sesini çıkarmayan, sonra terör örgütü lideri savıyla hapsedilen; hapisten çıkınca kendisini hapsettiren kişiye şükranlarını sunan; sonra da en büyük Atatürkçü kesilip her yerde boy gösteren, Atatürk ve Atatürkçülük üzerine kitaplar, kitaplar yazan komutanlardır.
Kısacası sorun, sorunları yaratana değil önlemeye çalışana yüklenen; onun altını oymak için elinden geleni ardına koymayan politikacılarda; görevini yapmayan devlet görevlilerinde; bu devletin büyükelçisi, valisi, akademisyeni; bu ülkenin kaynaklarını kullanarak Karun gibi zengin olan ama böylesine yaşamsal bir seçimde oy kullanmak yerine, yazlığına gidip, orada ahkâm kesen işadamlarındadır.
Kemal Kılıçdaroğlu’nu sorumlu tutmakla bütün bu sorumlular kendilerini temize çıkarabilecekler, vicdanlarını rahatlatabileceklerse; daha da önemlisi, ülke düze çıkacaksa, Kılıçdaroğu’nu suçlu ilan edelim. Hatta bir yararı olacaksa, Vahşi Batı’da yapıldığı gibi, sorgusuz sualsiz, yargısız, ilk ağaca asalım.
Erdoğan’a, AKP’ye, Cumhuriyeti yok etmeye yeminli takipçilerine ve neredeyse 80 yıldır meydanı onlara boş bırakan koca koca kadınlara, erkeklere bakıyorum da, çocuklara ve hayvanlara üzülüyorum. Sadece onlar masum.
Not: Seçim histerisi biraz yatışmalı ki geçmiş doğru değerlendirilip, gelecek doğru görülebilsin, aynı yanlışlar tekrarlanmasın. Bu konuya döneceğim.