End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
Son günlerde yeni Anayasa hazırlanması konusu yeniden tartışmaya açılmışken devletin laiklik ilkesi de masaya yatırılmak isteniyor. Cumhuriyet’in kuruluşuna baktığımızda, 1924 Anayasası’nda Şubat 1937’de yapılan değşiklikle bizim devlet 86 yıldır laik. Önce laik kelimesinin etimolojisine bakalım. Laik, Yunanca’da “laos” yani halk sözcüğünden türetilmiş. Sıfat hali gene Yunanca’da “laikos.” Latincesi “laicus.” “Laikos” halktan olan, ruhbandan ya da dinsel olmayan anlamına geliyor. Dilimize Fransızca “laik” sözcüğünden girmiş. Türkiye Barolar Birliği’nin laiklik ilkesinin Anayasamızda yer almasının 83. Yıldönümü olan 2020’de yayımladığı açıklama şöyle:
“Laiklik ilkesi, 1924 Anayasası’na 5 Şubat 1937 tarihinde yapılan değişiklikle, 2. Maddeye devletin nitelikleri olarak, ‘Türkiye Cumhuriyeti, cumhuriyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkilapçıdır,’ biçiminde girmiştir. Daha sonra 1961 Anayasası’nda ve son olarak 1982 Anayasası’nın 2. Maddesinde laiklik ilkesi, Cumhuriyetimizin nitelikleri arasına,’Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzur, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir,’ şeklinde yer almıştır. Anayasamızın 4. Maddesinde laiklik ilkesi, değiştirilemez ve değştirilmesi teklif dahi edilemez temel nitelikleri arasında sayılmıştır.’”
Bu 2. Maddede durup düşündüm. “İnsan haklarına saygılı ve Atatürk milliyetçiliğine bağlı” ifadesi bana hep tuhaf gelmiştir. Bunun yerine “insan haklarına ve Atatürk milliyetçiliğine bağlı” ifadesi acaba neden kullanılmamıştır. Saygılı olmak derken araya mesafe koyarsınız. Oysa bağlılık, sizi kesinlikle o ilkeye bağlar. Neyse, konuyu dağıtmayayım.
Laiklik ilkemize geri dönelim. Laiklik bildiğim kadarıyla devlet ve din işlerinin birbirinden kesin hatlarla ayrılması anlamına geliyor. Yani devletin dini faaliyetlerle ilişkisi kesinlikle kesiliyor. Oysa bizde durum farklı. Kendine Laik Türkiye Cumhuriyeti diyen sayın devletimizde bir Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) var. Her yıl bütçesi katlanarak artıyor. Bütçesi bırakın Milli Eğitim Bakanlığı’nı, neredeyse Milli Savunma Bakanlığı’nınkini bile katlıyor. DİB 3 Mart 1924 tarihinde Şeriyye ve Evkaf Vekaleti’nin yerine kurulan, İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli bir kurum. Atatürk’ün emriyle, 429 sayılı kanunla Başbakanlığa bağlı bir teşkilat olarak kurulmuş, Temmuz 2018’de de Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmış. DİB, 1961 Anayasası’nda Anayasal bir kurum olarak düzenlenmiş. 1965’te kabul edilen 633 sayılı kanun DİB’in bugünlere gelmesinin önünü açmış.
DİB her yıl cebimizden ödediğimiz vergilerle ayakta duruyor. Ayakta durup kendine biçilen görevi yapsa iyi. Üstüne vazife olmadığı halde fetva üstüne fetva veriyor; DİB Başkanı, örneğin Aya Sofya’nın camiye dönüştürülmesi töreninde mimbere belinde kılıçla çıkabiliyor. Aya Sofya gibi Bizans döneminden kalma bir dünya tarihi mirasını Atatürk döneminde müze olarak koruma kararı alınmışken AKP Hükümeti bu tarihi ve kültürel mirası camiye çevirmekte hiç bir beis görmüyor.
Ülkemizde Alevilik gibi çeşitli mezheplerden, ayrıca da farklı dinlerden vatandaşlar yaşamasına rağmen her nedense DİB sadece Sünni Müslümanlığın temsilcisi. O zaman da adama, bu nasıl laik devlet, diye sorarlar.
DİN VE DEVLET İŞLERİNİN BİRBİRİNDEN AYRILMASI
Bu da şunu gösterir: Anayasa’da Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlettir yazmasına rağmen her alanda yaptığımız gibi laikliğimiz de çakma. Çakma olmayan laikliği anlamak için isterseniz Fransa tarihine, kilise ve devlet işlerinin birbirinden nasıl ayrıldığına bir göz atalım.
Aristide Briand ya da tam ismiyle Aristide Pierre Henri Briand Fransız bir devlet adamı. 1862-1932 tarihleri arasında yaşamış. Fransa’da Üçüncü Cumhuriyet döneminde tam 11 kez Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı yapmış. Fransız Sosyalist Partisi üyesi olan Briand 1902 yılında Fransa Parlamentosu’na milletvekili seçilmiş. Briand’ın o dönemlerde bütün hedefi devlet ve kilise işlerinin birbirinden ayrılmasını sağlamakmış. Tam o dönemde kilisenin yolsuzlukları, devlet işlerinden elini çekmemesi ayyuka çıkmışmış.
Briand 1905’te devlet ve kilise işlerinin birbirinden ayrılmasını öngören kanunu hazırlayan komisyonun raportörlüğüne getirilmiş. Kanunun Fransız Parlamentosu’nda kabulünden sonra da eksiksiz uygulanmasına büyük önem vermiş. Bugün Fransa katıksız olarak laiklik ilkesini uyguluyorsa bunu büyük ölçüde Aristide Briand’a borçlu.
Öyle, ben laik devletim, demekle olmuyor. Laiklik ilkesini elifi elifine uygulayacaksınız. Yoksa adınız “çakma laik”e çıkar. Hüda Par gibi eli kanlı katiller, domuz bağcıları da kafayı kaldırıp “geleceği ipotek altına alıyorsunuz” deyiverir. Mesela, “Zamanında Fethullah Gülen örgütüyle işbirliğiniz iyi giderken 17-24 Aralık’ta ayakkabı kutuları içinde bulunan paralara ne oldu?” diye bir soru akla geliverir. O tarihten ya da 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Fethullah örgütünün yerini Menzil mi doldurdu diye adama sorarlar. Ya da Menzil denen tarikatçılar (En koyu yobaz Selefiler’e bağlı olduğu söylenen ) Adıyaman’ın bir köyünde karargah kurup olmadık fırıldaklar çevirmeye başlar. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu kadarla yetinelim ve son söz olarak şunu söyleyelim: Bari bu sefer atı alanı Üsküdar’a geçirtmeyin. Doğru dürüst, ciddi bir devlet iradesi gösterin. Aksi halde Türkiye batıyor!
“Laiklik ilkesi, 1924 Anayasası’na 5 Şubat 1937 tarihinde yapılan değişiklikle, 2. Maddeye devletin nitelikleri olarak, ‘Türkiye Cumhuriyeti, cumhuriyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkilapçıdır,’ biçiminde girmiştir. Daha sonra 1961 Anayasası’nda ve son olarak 1982 Anayasası’nın 2. Maddesinde laiklik ilkesi, Cumhuriyetimizin nitelikleri arasına,’Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzur, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir,’ şeklinde yer almıştır. Anayasamızın 4. Maddesinde laiklik ilkesi, değiştirilemez ve değştirilmesi teklif dahi edilemez temel nitelikleri arasında sayılmıştır.’”
Bu 2. Maddede durup düşündüm. “İnsan haklarına saygılı ve Atatürk milliyetçiliğine bağlı” ifadesi bana hep tuhaf gelmiştir. Bunun yerine “insan haklarına ve Atatürk milliyetçiliğine bağlı” ifadesi acaba neden kullanılmamıştır. Saygılı olmak derken araya mesafe koyarsınız. Oysa bağlılık, sizi kesinlikle o ilkeye bağlar. Neyse, konuyu dağıtmayayım.
Laiklik ilkemize geri dönelim. Laiklik bildiğim kadarıyla devlet ve din işlerinin birbirinden kesin hatlarla ayrılması anlamına geliyor. Yani devletin dini faaliyetlerle ilişkisi kesinlikle kesiliyor. Oysa bizde durum farklı. Kendine Laik Türkiye Cumhuriyeti diyen sayın devletimizde bir Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) var. Her yıl bütçesi katlanarak artıyor. Bütçesi bırakın Milli Eğitim Bakanlığı’nı, neredeyse Milli Savunma Bakanlığı’nınkini bile katlıyor. DİB 3 Mart 1924 tarihinde Şeriyye ve Evkaf Vekaleti’nin yerine kurulan, İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli bir kurum. Atatürk’ün emriyle, 429 sayılı kanunla Başbakanlığa bağlı bir teşkilat olarak kurulmuş, Temmuz 2018’de de Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmış. DİB, 1961 Anayasası’nda Anayasal bir kurum olarak düzenlenmiş. 1965’te kabul edilen 633 sayılı kanun DİB’in bugünlere gelmesinin önünü açmış.
DİB her yıl cebimizden ödediğimiz vergilerle ayakta duruyor. Ayakta durup kendine biçilen görevi yapsa iyi. Üstüne vazife olmadığı halde fetva üstüne fetva veriyor; DİB Başkanı, örneğin Aya Sofya’nın camiye dönüştürülmesi töreninde mimbere belinde kılıçla çıkabiliyor. Aya Sofya gibi Bizans döneminden kalma bir dünya tarihi mirasını Atatürk döneminde müze olarak koruma kararı alınmışken AKP Hükümeti bu tarihi ve kültürel mirası camiye çevirmekte hiç bir beis görmüyor.
Ülkemizde Alevilik gibi çeşitli mezheplerden, ayrıca da farklı dinlerden vatandaşlar yaşamasına rağmen her nedense DİB sadece Sünni Müslümanlığın temsilcisi. O zaman da adama, bu nasıl laik devlet, diye sorarlar.
DİN VE DEVLET İŞLERİNİN BİRBİRİNDEN AYRILMASI
Bu da şunu gösterir: Anayasa’da Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlettir yazmasına rağmen her alanda yaptığımız gibi laikliğimiz de çakma. Çakma olmayan laikliği anlamak için isterseniz Fransa tarihine, kilise ve devlet işlerinin birbirinden nasıl ayrıldığına bir göz atalım.
Aristide Briand ya da tam ismiyle Aristide Pierre Henri Briand Fransız bir devlet adamı. 1862-1932 tarihleri arasında yaşamış. Fransa’da Üçüncü Cumhuriyet döneminde tam 11 kez Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı yapmış. Fransız Sosyalist Partisi üyesi olan Briand 1902 yılında Fransa Parlamentosu’na milletvekili seçilmiş. Briand’ın o dönemlerde bütün hedefi devlet ve kilise işlerinin birbirinden ayrılmasını sağlamakmış. Tam o dönemde kilisenin yolsuzlukları, devlet işlerinden elini çekmemesi ayyuka çıkmışmış.
Briand 1905’te devlet ve kilise işlerinin birbirinden ayrılmasını öngören kanunu hazırlayan komisyonun raportörlüğüne getirilmiş. Kanunun Fransız Parlamentosu’nda kabulünden sonra da eksiksiz uygulanmasına büyük önem vermiş. Bugün Fransa katıksız olarak laiklik ilkesini uyguluyorsa bunu büyük ölçüde Aristide Briand’a borçlu.
Öyle, ben laik devletim, demekle olmuyor. Laiklik ilkesini elifi elifine uygulayacaksınız. Yoksa adınız “çakma laik”e çıkar. Hüda Par gibi eli kanlı katiller, domuz bağcıları da kafayı kaldırıp “geleceği ipotek altına alıyorsunuz” deyiverir. Mesela, “Zamanında Fethullah Gülen örgütüyle işbirliğiniz iyi giderken 17-24 Aralık’ta ayakkabı kutuları içinde bulunan paralara ne oldu?” diye bir soru akla geliverir. O tarihten ya da 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Fethullah örgütünün yerini Menzil mi doldurdu diye adama sorarlar. Ya da Menzil denen tarikatçılar (En koyu yobaz Selefiler’e bağlı olduğu söylenen ) Adıyaman’ın bir köyünde karargah kurup olmadık fırıldaklar çevirmeye başlar. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu kadarla yetinelim ve son söz olarak şunu söyleyelim: Bari bu sefer atı alanı Üsküdar’a geçirtmeyin. Doğru dürüst, ciddi bir devlet iradesi gösterin. Aksi halde Türkiye batıyor!