End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan 7 Ekim’den sonra belki de ilk defa İsrail’e kendisinden beklenene yakın bir tepki verdi. Açıkçası böyle durumlarda aslında konuşmalarının daha sert olmasına alışkın olduğumuz Erdoğan’ın hele de Filistin meselesindeki diplomatik tavrından rahatsız olanlar açısından bu konuşma belki de yeterli olmamış olabilir. Ama en azından iç siyasette bu konu üzerinden eleştirilmesinin önünü aldı.
Konuşmasının konuyla ilgili en dikkat çeken yeri İsrail’e örgüt yakıştırması yaptığı bölümdü, Erdoğan yine de itidalli idi aslında alışkanlıklarının dışında konuştu ne muhalefetin ne de ittifak ortaklarının tepkilerindeki tona eşlik etti. Erdoğan bu kez mesuliyet makamında olduğunu bilinci ile duyguları arasındaki dengeyi nispeten tutturmuş göründü:
“Toplantılar yapıyorlar son yaptıkları toplantıda bir araya geldiler. Tüm Batı, Hamas'ı terör örgütü olarak görüyor. Ey İsrail sen bir örgüt olabilirsin çünkü bu Batı'nın sana borcu çok ama Türkiye'nin sana borcu yok. Ve Hamas bir terör örgütü değil topraklarını ve vatandaşlarını koruma mücadelesi veren bir kurtuluş ve mücahitler grubudur”
Bu cümledeki asıl vurgu Hamas’ın terör örgütü olmadığı hatta bir örgüt varsa onunda, İsrail olduğu vurgusu elbette. Cümlede geçen Batının İsrail’e borcu çok, ama Türkiye’nin vurgusu yok ifadesi de olayın tarihsel boyutuna bir gönderme, her ne kadar cümle yapısı açısından da Erdoğan hatipliği seviyesinde olmasa da meramını anlatabilir bir cümle.
Erdoğan’ın kastettiği ve konuşmasının ileri bölümlerinde, “Dünyada ırkçılık yapmayan tek halkız” cümlesi ile anlatmaya çalıştığı bu gerçeklik Türk milletine ait bir borçsuzluk durumu. Diğer İslam memleketlerinin belki bu kadar net şekilde kendisini savunması mümkün değil. Burada uzun uzun hatırlatmaya gerek yok ama tarih Türkler dışındaki İslam alemi ile Yahudiler arasındaki hatıraların da çok iyi olmadığını ortaya koyuyor.
Ama elbette bu konuda diğer Müslüman halklar da Hristiyan antisemitizminin yanında oldukça masum kalır. Almanya’da Hitler tarafından yapılanlar, bu anlamda yaşananların sadece sonuç bölümü aslında. Ortaçağdan beri başlarına gelen hemen her musibetten Yahudileri sorumlu tutan Hristiyanlık tarihi işte o anlamda batının bugün İsrail’e gerektiği gibi cevap vermesinin en büyük engeli.
Konu Türkler olduğunda ise işler değişiri. Tarih Türklerin Yahudilere merhamet eden onların yanında duran tek millet olduğuna şahitlik eder ve Erdoğan da bunu kastediyor zaten. Daha da eskilere dayansa da en bilinen olay Ağustos 1492 de İspanya’dan sürülen Yahudilere açılan Osmanlı kapısıdır. 2. Dünya savaşında Nazi zulmünden kaçanlara da Cumhuriyet Türkiye’sinin kapıları açılmıştır. Daha bir sürü böyle örnek vermek de mümkündür. Yani aslında durum Erdoğan’ın söylediğinden bile daha farklı bir boyuttadır. İsrail’e borcu olmayan tek ülke olmak dışında alacaklı olma durumu dahi vardır.
Ancak daha önce bu borçlar nedeni ile Türkiye’yi daha ciddiye alan, daha çok dinleme eğiliminde olan İsrail, son yıllarda yaşananlar nedeniyle o eskisi kadar Türkiye’den gelen telkinleri dinler görünmüyor. Bunun bir diplomasi sorunu olduğunu söylemek mümkünse de son vahşete karşı soğuk kanlı kalabilen Türkiye ve yönetim bu anlamda yeniden mesafe alma şansına sahip olabilir belki de. Bu anlamda en önemli sıkıntı ise içerideki siyasal İslamcı yapının romantik taleplerine cevap verme ihtiyacı olabilir. Erdoğan şu ana kadar bu sefer buraya iyi direndi. Son konuşmadan sonra dozu artırmak ihtiyacı hissetmez ise tabi.
Ancak bu konuşmanın bir başka önemli bir cümlesi daha var ki, üzerine çok daha uzun yazılıp konuşulmalı: “Lafa gelince demokratlığı, insan haklarını, çoğulculuğu, çok sesliliği kimseye bırakmayanların faşist yüzlerini hep birlikte ibretle seyrediyoruz. Sırf bu onurlu tavırlarından dolayı yaşadıkları ülkelerde sıkıntıya düşen üniversite öğrencilerine ve diğer tüm kesimlere, şimdi onu da buradan açıklıyorum, ülkemizin kapılarının sonuna kadar açık olduğunu belirtmek istiyorum” cümlesi aslında ülke olarak bölgeden yeni misafirlere hazırlıklı olmamız gerektiği anlamına geliyor. Savaş riskini dışarıda tutmak kaydı ile böyle bir göç dalgasının Türkiye için şu aşamadaki en önemli risk olduğunu söylemek gerek ama yukarıdaki cümle de bu riski gönüllü şekilde alacağımız anlamına geliyor. Türkiye tıpkı Yahudilerden alacaklı olduğu gibi Araplardan da alacaklı aslında ama sanki alacağı yükseltmek niyetinde gibi.
Birde bu cümleyi Hamas için yapılan “Mücahit” tanımlaması ile birlikte okuyunca Hamas üyelerine de Türkiye’nin kapılarının açık olacağı anlamına ulaşmak da mümkün. Umarım bunu sadece ben böyle anlıyorumdur.
Konuşmasının konuyla ilgili en dikkat çeken yeri İsrail’e örgüt yakıştırması yaptığı bölümdü, Erdoğan yine de itidalli idi aslında alışkanlıklarının dışında konuştu ne muhalefetin ne de ittifak ortaklarının tepkilerindeki tona eşlik etti. Erdoğan bu kez mesuliyet makamında olduğunu bilinci ile duyguları arasındaki dengeyi nispeten tutturmuş göründü:
“Toplantılar yapıyorlar son yaptıkları toplantıda bir araya geldiler. Tüm Batı, Hamas'ı terör örgütü olarak görüyor. Ey İsrail sen bir örgüt olabilirsin çünkü bu Batı'nın sana borcu çok ama Türkiye'nin sana borcu yok. Ve Hamas bir terör örgütü değil topraklarını ve vatandaşlarını koruma mücadelesi veren bir kurtuluş ve mücahitler grubudur”
Bu cümledeki asıl vurgu Hamas’ın terör örgütü olmadığı hatta bir örgüt varsa onunda, İsrail olduğu vurgusu elbette. Cümlede geçen Batının İsrail’e borcu çok, ama Türkiye’nin vurgusu yok ifadesi de olayın tarihsel boyutuna bir gönderme, her ne kadar cümle yapısı açısından da Erdoğan hatipliği seviyesinde olmasa da meramını anlatabilir bir cümle.
Erdoğan’ın kastettiği ve konuşmasının ileri bölümlerinde, “Dünyada ırkçılık yapmayan tek halkız” cümlesi ile anlatmaya çalıştığı bu gerçeklik Türk milletine ait bir borçsuzluk durumu. Diğer İslam memleketlerinin belki bu kadar net şekilde kendisini savunması mümkün değil. Burada uzun uzun hatırlatmaya gerek yok ama tarih Türkler dışındaki İslam alemi ile Yahudiler arasındaki hatıraların da çok iyi olmadığını ortaya koyuyor.
Ama elbette bu konuda diğer Müslüman halklar da Hristiyan antisemitizminin yanında oldukça masum kalır. Almanya’da Hitler tarafından yapılanlar, bu anlamda yaşananların sadece sonuç bölümü aslında. Ortaçağdan beri başlarına gelen hemen her musibetten Yahudileri sorumlu tutan Hristiyanlık tarihi işte o anlamda batının bugün İsrail’e gerektiği gibi cevap vermesinin en büyük engeli.
Konu Türkler olduğunda ise işler değişiri. Tarih Türklerin Yahudilere merhamet eden onların yanında duran tek millet olduğuna şahitlik eder ve Erdoğan da bunu kastediyor zaten. Daha da eskilere dayansa da en bilinen olay Ağustos 1492 de İspanya’dan sürülen Yahudilere açılan Osmanlı kapısıdır. 2. Dünya savaşında Nazi zulmünden kaçanlara da Cumhuriyet Türkiye’sinin kapıları açılmıştır. Daha bir sürü böyle örnek vermek de mümkündür. Yani aslında durum Erdoğan’ın söylediğinden bile daha farklı bir boyuttadır. İsrail’e borcu olmayan tek ülke olmak dışında alacaklı olma durumu dahi vardır.
Ancak daha önce bu borçlar nedeni ile Türkiye’yi daha ciddiye alan, daha çok dinleme eğiliminde olan İsrail, son yıllarda yaşananlar nedeniyle o eskisi kadar Türkiye’den gelen telkinleri dinler görünmüyor. Bunun bir diplomasi sorunu olduğunu söylemek mümkünse de son vahşete karşı soğuk kanlı kalabilen Türkiye ve yönetim bu anlamda yeniden mesafe alma şansına sahip olabilir belki de. Bu anlamda en önemli sıkıntı ise içerideki siyasal İslamcı yapının romantik taleplerine cevap verme ihtiyacı olabilir. Erdoğan şu ana kadar bu sefer buraya iyi direndi. Son konuşmadan sonra dozu artırmak ihtiyacı hissetmez ise tabi.
Ancak bu konuşmanın bir başka önemli bir cümlesi daha var ki, üzerine çok daha uzun yazılıp konuşulmalı: “Lafa gelince demokratlığı, insan haklarını, çoğulculuğu, çok sesliliği kimseye bırakmayanların faşist yüzlerini hep birlikte ibretle seyrediyoruz. Sırf bu onurlu tavırlarından dolayı yaşadıkları ülkelerde sıkıntıya düşen üniversite öğrencilerine ve diğer tüm kesimlere, şimdi onu da buradan açıklıyorum, ülkemizin kapılarının sonuna kadar açık olduğunu belirtmek istiyorum” cümlesi aslında ülke olarak bölgeden yeni misafirlere hazırlıklı olmamız gerektiği anlamına geliyor. Savaş riskini dışarıda tutmak kaydı ile böyle bir göç dalgasının Türkiye için şu aşamadaki en önemli risk olduğunu söylemek gerek ama yukarıdaki cümle de bu riski gönüllü şekilde alacağımız anlamına geliyor. Türkiye tıpkı Yahudilerden alacaklı olduğu gibi Araplardan da alacaklı aslında ama sanki alacağı yükseltmek niyetinde gibi.
Birde bu cümleyi Hamas için yapılan “Mücahit” tanımlaması ile birlikte okuyunca Hamas üyelerine de Türkiye’nin kapılarının açık olacağı anlamına ulaşmak da mümkün. Umarım bunu sadece ben böyle anlıyorumdur.