End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
Uyku sağlık açısından yararlıdır. Tehlikeli olan ayakta uyumak veya uyutulmaktır ki bedeli ağır olur. Hani televizyonda, “Siz bu reklamı izlerken dünyada her saniye yeni gelişmeler oluyor.” diyen bir reklam var. Türkiye içeride 21 yıldır bitmeyen bir masalla sanki ilk kez dinliyormuş gibi uyurken etrafında, etrafında geleceğini derinden etkileyecek gelişmeler oluyor.
1986 yılında Kanada’nın Halifaks kentinde toplanan NATO İlkbahar Bakanlar Konseyi(1), kısa bir süre önce Sovyetler Birliği (SSCB) Başkanı Gorbaçov tarafından yapılan çağrıya olumlu yanıt verince, NATO ve Varşova Paktı (VP) arasında, “Atlantikten Urallara” sloganı ile yeni bir konvansiyonel silahsızlanma girişimi başlatıldı. “Yeni” diyorum çünkü o tarihte Viyana’da, MBFR(2) görüşmeleri hiçbir sonuç alınamadan yıllardır devam ediyordu. MBFR da, daha kısıtlı bir alanda ve SSCB hariç de olsa, NATO ile VP’nın Merkezi Avrupa’da konvansiyonel silahlarını dengelemeyi amaçlamıştı. Dolayısıyla yeni girişimin başarı şansı, en azından bazılarına göre tartışmalıydı. Ancak böyle düşünenler yanılıyordu.
VP Avrupa’da konvansiyonel silah varlığı açısından NATO’dan çok öndeydi ve bu NATO/Batı için önemli bir risk oluşturuyordu. Dolayısıyla VP’nın elindeki konvansiyonel gücün azaltılması NATO için önemliydi. SSCB ise, önerinin Gorbaçov’dan gelmesinin de gösterdiği gibi, nükleer ve konvansiyonel silahlanma yarışı nedeniyle ekonomide sıkıntılar yaşıyordu. Ayrıca, değişen dünya koşulları, -hızla gelişen iletişim olanakları, komünizm ile yönetilen ulusların yeni yaşam tarzı beklentileri, VP ile onun itici gücü Sovyetler Birliği’ni sarsmaya başlamıştı. 1970’li yıllarda başlatılan AGİK(3) görüşmeleri bu gelişmeyi hızlandırmıştı. Gorbaçov, SSCB’nin içine düştüğü açmazdan Batı ile daha uyumlu bir ilişki kurarak çıkabileceğini düşünüyordu. NATO ve Batı, AGİK’i, VP’nı ve Sovyetler Birliği’ni dağıtmak için bir araç olarak görürken, AGİK’in on temel ilkesi arasında yer alan, sınırların değişmezliği ve ülkelerin içişlerine müdahalenin kabul edilmezliği gibi ilkeler, SSCB tarafından, VP’nın ve SSCB’’nin devamına hizmet edecek ilkeler olarak görülüyordu. İşte sonraki tarihlerde önce AKKUM(4) sonra AKKA(5) olarak anılacak olan, Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması böyle doğdu.
Viyana’da, bir buçuk yıl gibi kısa bir sürede hazırlanıp, 1990 yılında AGİK Paris Zirve’sinde imzalanan AKKA, NATO ile VP’nın her birinin toplam en çok kaç adet tank, zırhlı savaş aracı, top, savaş uçağı ve saldırı helikopteri bulundurabileceğini belirliyordu. Antlaşma ayrıca iki ittifakı oluşturan ülkelerin de, tek tek, aynı kategorilerdeki silahlardan en çok kaç adet bulundurabileceğini kararlaştırmak ve tüm taraf ülkelere bildirmek zorunluluğunu getiriyordu. AKKA sayesinde örneğin Yunanistan’ın konvansiyonel kuvvetleri, Türkiye ile orantılı olarak sınırlanıyordu.
Antlaşmanın en önemli maddeleri, bilgi değişimi (exchange of information), denetim (verification) ve teftiş (inspection) hükümleriydi. Bu hükümler sayesinde taraf ülkeler dilediklerinde, daha önce kendilerine bildirilmiş olan silahları ve depolarını denetleyebiliyor, askeri tatbikatları yerinde izleyebiliyorlardı. Bu hükümler, bir sürpriz saldırı olasılığını en aza indirdiği için taraf ülkelerin güvenliği açısından önemliydi.
VP ve SSCB’nin dağılması ve VP ülkelerinin hemen tümünün NATO’ya katılmaları nedeniyle Rusya’nın talebi üzerine Antlaşma yeni duruma uyarlanmış ve bu değişik metin İstanbul’da imza edilmişti. Ancak koşullar değişmeye devam etmiş, Rusya’nın Kafkasya (Gürcistan) Kırım (Ukrayna) müdahaleleri, öte yandan Batı/NATO’nun Füze Kalkanı girişimi, AKKA’yı tekrar tartışmalı hale getirmişti. Sonunda Rusya, Mayıs 2015’te Antlaşmadan çekildiğini açıkladı. Rusya’nın bu bildirimi, 7 Kasım 2023 tarihinde yürürlüğe girecek. Halen NATO içinde Antlaşmanın her şeye rağmen nasıl uygulanmaya devam edebileceği, bunun yararları veya zararları konuşuluyor.
Bu gelişmeler Türkiye’yi iki nedenle çok yakından ilgilendiriyor.
AKKA, özellikle Antlaşmada “kanat-flank” olarak geçen, Türkiye’ye bitişik bölgelerde (Balkanlar ve Kafkasya) konvansiyonel silahlara özel kısıtlamalar getiriyordu. Antlaşmanın bilgi değişimi, denetim ve teftiş hükümleri Türkiye’ye yönelebilecek bir sürpriz saldırı için önemli güvencelerdi.
Antlaşmanın Türkiye açısından ikinci önemli kazanımı, örneğin Yunanistan’ın sahip olabileceği konvansiyonel silahları, Türkiye ile orantılı biçimde sınırlamasıdır. Antlaşmanın yürürlükten kalkması halinde, özellikle ABD ve neredeyse tüm Batı’nın Yunanistan’ın arkasında saf tuttuğu, bize parasını ödediğimiz F35’leri vermediği, parasının da üstüne oturduğu, son nesil F35 yerine, hizmet ömrünü tamamlanış, alt sınıf F16’lar için bile bizi sürüm sürüm süründürdüğü, önümüze koşul üzerine koşul koyduğu bugünün siyasi ve ekonomik koşullarında Yunanistan’ın hatta Bulgaristan’ın, Ermenistan’ın Türkiye aleyhine silahlanması tehlikesi vardır.
Kısaca anlatmaya çalıştığım, biz uyurken etrafımızda gelişen bu konu teknik gibi görünse de Türkiye’nin güvenliğini doğrudan ilgilendirmektedir. Bu yazım bir işe yarar mı? Sanmam. Büyüklerimiz her şeyi daha iyi bilirler! Ben bunları nereden mi biliyorum? Bendeniz 1987-91 yılları arasında önce Brüksel-NATO’da, AKKA için hazırlanan NATO Görev Yönergesi’ni (Mandate); daha sonra Viyana’da, AKKA Antlaşmasını müzakere eden ve özellikle müttefiklerimizin bize atmaya çalıştıkları kazıkları bertaraf edip, Türkiye’nin tüm beklentilerini karşılayan, Montreux’den sonra belki de Türkiye Cumhuriyeti’nin imzaladığı en önemli antlaşmanın görüşmelerini yürüten NATO ve AKKUM Daimi Temsilciliklerimizde, Daimi Temsilci Yardımcısı idim.
“Bütün bunlar olurken Türkiye ne yapıyor?” diye soracağım da, ülkeyi yönetenlerin, “AKKA da ne? “demelerinden korkuyorum.
(1). NATO Bakanlar Konseyi ilkbahar toplantılarını Brüksel’de değil bir üye ülkede yapar.
(2). MBFR. Mutual and Balanced Force Reductions. Karşılıklı ve Dengeli Kuvvet İndirimi.
(3). AGİK. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı.
(4). AKKUM. Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Müzakereleri.
(5). AKKA. Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması.
1986 yılında Kanada’nın Halifaks kentinde toplanan NATO İlkbahar Bakanlar Konseyi(1), kısa bir süre önce Sovyetler Birliği (SSCB) Başkanı Gorbaçov tarafından yapılan çağrıya olumlu yanıt verince, NATO ve Varşova Paktı (VP) arasında, “Atlantikten Urallara” sloganı ile yeni bir konvansiyonel silahsızlanma girişimi başlatıldı. “Yeni” diyorum çünkü o tarihte Viyana’da, MBFR(2) görüşmeleri hiçbir sonuç alınamadan yıllardır devam ediyordu. MBFR da, daha kısıtlı bir alanda ve SSCB hariç de olsa, NATO ile VP’nın Merkezi Avrupa’da konvansiyonel silahlarını dengelemeyi amaçlamıştı. Dolayısıyla yeni girişimin başarı şansı, en azından bazılarına göre tartışmalıydı. Ancak böyle düşünenler yanılıyordu.
VP Avrupa’da konvansiyonel silah varlığı açısından NATO’dan çok öndeydi ve bu NATO/Batı için önemli bir risk oluşturuyordu. Dolayısıyla VP’nın elindeki konvansiyonel gücün azaltılması NATO için önemliydi. SSCB ise, önerinin Gorbaçov’dan gelmesinin de gösterdiği gibi, nükleer ve konvansiyonel silahlanma yarışı nedeniyle ekonomide sıkıntılar yaşıyordu. Ayrıca, değişen dünya koşulları, -hızla gelişen iletişim olanakları, komünizm ile yönetilen ulusların yeni yaşam tarzı beklentileri, VP ile onun itici gücü Sovyetler Birliği’ni sarsmaya başlamıştı. 1970’li yıllarda başlatılan AGİK(3) görüşmeleri bu gelişmeyi hızlandırmıştı. Gorbaçov, SSCB’nin içine düştüğü açmazdan Batı ile daha uyumlu bir ilişki kurarak çıkabileceğini düşünüyordu. NATO ve Batı, AGİK’i, VP’nı ve Sovyetler Birliği’ni dağıtmak için bir araç olarak görürken, AGİK’in on temel ilkesi arasında yer alan, sınırların değişmezliği ve ülkelerin içişlerine müdahalenin kabul edilmezliği gibi ilkeler, SSCB tarafından, VP’nın ve SSCB’’nin devamına hizmet edecek ilkeler olarak görülüyordu. İşte sonraki tarihlerde önce AKKUM(4) sonra AKKA(5) olarak anılacak olan, Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması böyle doğdu.
Viyana’da, bir buçuk yıl gibi kısa bir sürede hazırlanıp, 1990 yılında AGİK Paris Zirve’sinde imzalanan AKKA, NATO ile VP’nın her birinin toplam en çok kaç adet tank, zırhlı savaş aracı, top, savaş uçağı ve saldırı helikopteri bulundurabileceğini belirliyordu. Antlaşma ayrıca iki ittifakı oluşturan ülkelerin de, tek tek, aynı kategorilerdeki silahlardan en çok kaç adet bulundurabileceğini kararlaştırmak ve tüm taraf ülkelere bildirmek zorunluluğunu getiriyordu. AKKA sayesinde örneğin Yunanistan’ın konvansiyonel kuvvetleri, Türkiye ile orantılı olarak sınırlanıyordu.
Antlaşmanın en önemli maddeleri, bilgi değişimi (exchange of information), denetim (verification) ve teftiş (inspection) hükümleriydi. Bu hükümler sayesinde taraf ülkeler dilediklerinde, daha önce kendilerine bildirilmiş olan silahları ve depolarını denetleyebiliyor, askeri tatbikatları yerinde izleyebiliyorlardı. Bu hükümler, bir sürpriz saldırı olasılığını en aza indirdiği için taraf ülkelerin güvenliği açısından önemliydi.
VP ve SSCB’nin dağılması ve VP ülkelerinin hemen tümünün NATO’ya katılmaları nedeniyle Rusya’nın talebi üzerine Antlaşma yeni duruma uyarlanmış ve bu değişik metin İstanbul’da imza edilmişti. Ancak koşullar değişmeye devam etmiş, Rusya’nın Kafkasya (Gürcistan) Kırım (Ukrayna) müdahaleleri, öte yandan Batı/NATO’nun Füze Kalkanı girişimi, AKKA’yı tekrar tartışmalı hale getirmişti. Sonunda Rusya, Mayıs 2015’te Antlaşmadan çekildiğini açıkladı. Rusya’nın bu bildirimi, 7 Kasım 2023 tarihinde yürürlüğe girecek. Halen NATO içinde Antlaşmanın her şeye rağmen nasıl uygulanmaya devam edebileceği, bunun yararları veya zararları konuşuluyor.
Bu gelişmeler Türkiye’yi iki nedenle çok yakından ilgilendiriyor.
AKKA, özellikle Antlaşmada “kanat-flank” olarak geçen, Türkiye’ye bitişik bölgelerde (Balkanlar ve Kafkasya) konvansiyonel silahlara özel kısıtlamalar getiriyordu. Antlaşmanın bilgi değişimi, denetim ve teftiş hükümleri Türkiye’ye yönelebilecek bir sürpriz saldırı için önemli güvencelerdi.
Antlaşmanın Türkiye açısından ikinci önemli kazanımı, örneğin Yunanistan’ın sahip olabileceği konvansiyonel silahları, Türkiye ile orantılı biçimde sınırlamasıdır. Antlaşmanın yürürlükten kalkması halinde, özellikle ABD ve neredeyse tüm Batı’nın Yunanistan’ın arkasında saf tuttuğu, bize parasını ödediğimiz F35’leri vermediği, parasının da üstüne oturduğu, son nesil F35 yerine, hizmet ömrünü tamamlanış, alt sınıf F16’lar için bile bizi sürüm sürüm süründürdüğü, önümüze koşul üzerine koşul koyduğu bugünün siyasi ve ekonomik koşullarında Yunanistan’ın hatta Bulgaristan’ın, Ermenistan’ın Türkiye aleyhine silahlanması tehlikesi vardır.
Kısaca anlatmaya çalıştığım, biz uyurken etrafımızda gelişen bu konu teknik gibi görünse de Türkiye’nin güvenliğini doğrudan ilgilendirmektedir. Bu yazım bir işe yarar mı? Sanmam. Büyüklerimiz her şeyi daha iyi bilirler! Ben bunları nereden mi biliyorum? Bendeniz 1987-91 yılları arasında önce Brüksel-NATO’da, AKKA için hazırlanan NATO Görev Yönergesi’ni (Mandate); daha sonra Viyana’da, AKKA Antlaşmasını müzakere eden ve özellikle müttefiklerimizin bize atmaya çalıştıkları kazıkları bertaraf edip, Türkiye’nin tüm beklentilerini karşılayan, Montreux’den sonra belki de Türkiye Cumhuriyeti’nin imzaladığı en önemli antlaşmanın görüşmelerini yürüten NATO ve AKKUM Daimi Temsilciliklerimizde, Daimi Temsilci Yardımcısı idim.
“Bütün bunlar olurken Türkiye ne yapıyor?” diye soracağım da, ülkeyi yönetenlerin, “AKKA da ne? “demelerinden korkuyorum.
(1). NATO Bakanlar Konseyi ilkbahar toplantılarını Brüksel’de değil bir üye ülkede yapar.
(2). MBFR. Mutual and Balanced Force Reductions. Karşılıklı ve Dengeli Kuvvet İndirimi.
(3). AGİK. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı.
(4). AKKUM. Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Müzakereleri.
(5). AKKA. Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması.