End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
Almanya kaynaklı haberin, “Türkiye ile Yunanistan Adalet Divanı’na mı gidecek?” başlığını görünce, “yine mi aynı film?” diye mırıldanmışım.
Türkiye ile Yunanistan, 1974-76 yıllarında, Ege kıta sahanlığı anlaşmazlığı nedeniyle karşı karşıya gelmişlerdi. Ege adalarının askersizleştirilmesi, karasuları, ekonomik bölge ve hava sahası gibi yönleri de olan bu görüşmelerde Türkiye’yi, Mülkiye’den hocam, Prof. Dr. Suat Bilge başkanlığında bir heyet temsil ediyordu. Bendeniz de Dışişlerinde, Deniz Hukuku Konferansı, kıta sahanlığı konularına bakan şube müdürü idim.
Yunanistan ciddi müzakereye yanaşmıyor, anlaşmazlığın doğrudan Uluslararası Adalet Divanı’na götürülmesini istiyordu. Amacı açıktı. Kıbrıs’ta sıkı bir tokat yemiş, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesine engel olmadığı savıyla NATO’nun askeri kanadından çıkmış -12 Eylül 1980 darbesinden sonra, Evren’in Türkiye’nin vetosunu kaldırmasıyla ünlü Rogers Planı çerçevesinde geri dönecektir- henüz AB üyesi olmayan Yunanistan’ın, Türkiye’ye isteklerini kabul ettirecek gücü yoktu. O nedenle müzakereden kaçıyor ve Adalet Divanı’na sığınıyordu. Divan’dan istediği gibi bir karar çıkartabileceğini düşünüyordu. Çok da haksız sayılmazdı. O yıllarda Adalet Divanı konusunda bir araştırma yapmış ve Divan yargıçlarının, özellikle büyük devletlerin isteği ve yönlendirmesi doğrultusunda kararlar verbildiklerini öğrenmiştik. Kaldı ki Adalet Divanı’na da, “bütün düşmanlarımı cezalandırın. Bütün alacaklarımı tahsil edin.” diye gidilemiyordu. İlgili ülkelerin önce aralarında görüşüp, bir “tahkimname” hazırlamaları, anlaşmazlığın ne ölçüde ve hangi yönlerinin Divan’a götürüleceği üzerinde anlaşmaya varmaları gerekiyordu. Yunanistan buna bile yanaşmıyordu.
Bunca lafı neden ettim? Ülkeler müzakere masasına en güçlü oldukları dönemde ve ellerindeki kozlar güçlü olduğunda otururlar. Yunanistan o tarihte bu gücünün olmadığını biliyor ve görüşme masasından kaçıyordu. Peki bugün durum nedir?
ABD, Yunanistan’ı büyük bir askeri üs haline getirdi. O kadar ki antlaşmalarla askersizleştirilmiş Ege adalarında, özellikle de Türkiye’nin burnunun dibindeki 12 Adalar’da ABD askerleri, askeri araçları, silahları var. ABD Güney Kıbrıs’a uyguladığı silah ambargosunu kaldırdı. Güney Kıbrıs ile askeri işbirliği yapıyor.
Yunanistan artık AB üyesidir. Güney Kıbrıs da. Hemen her zaman Yunanistan’ın en büyük destekçilerinden Fransa son yıllarda Yunanistan’a, rüyasında görse “hayırdır inşallah” diyeceği kadar silah, özellikle savaş uçağı sattı. ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin karşısında, Yunanistan ile Güney Kıbrıs’ın yanında saf tutmuş durumdalar. Gün geçmiyor ki bu ülkeler Türkiye’ye, “Doğu Akdeniz’de gerginliği azalt. Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın haklarına (!) saygı göster.” demesinler. Türkiye ile Yunanistan’ın yeniden müzakere masasına oturmalarını destekleyen iki önemli aktörden bir olduğu söylenen Almanya da aynı ağızla konuşuyor.
Bir de Türkiye yönüne bakalım.
Türkiye’nin ABD ile ilişkileri, en hafif değimle, “şeker renk.”
NATO’da, daha Vilnius’a kadar, ittifakı baltalayan ülke konumundaydık.
Erdoğan’ın ne anlama geldiğini, uluslararası ilişkilerde azıcık bilgisi ve deneyimi olan benim bile anlamadığım, Batı ve AB açılımı söylemine bakmayın. Bugünkü, demokrasi, insan hak ve özgürlükleri, hukuk devleti vb. AB kıstaslarına göre bulunduğumuz yer dikkate alındığında, AB ile ilişkilerimizin, hiç değilse çatışma ortamından çıkabilmesi bile hayal ötesi bir beklenti.
Ekonomimizin durumunu açmaya bile cesaret edemiyorum. Üç kuruş için Arap ülkelerinin kapılarından ayrılmadığımız bir yana, artık nasıl bir para sıkıntısı içindeysek, İstanbul’un göbeğine cam gecekondu oturtan Arabın bugünkü yargının bile yıkılmasına karar verdiği kaçak binasını korumak için bir gecede Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkıyor ve bina çevik kuvvet kordonuna alınıp, Belediye görevlilerinin yıkım yapmaları engelleniyor!
Koşullar böyleyken, tam da bu sırada Türkiye ile Yunanistan, aralarındaki egemenlik sorunlarını -kara ve deniz alanları sınırları egemenlik sorunudur. Egemenlik sorunları, çözümü en zor sorunlardır- çözmek için ABD ve Almanya’nın çabalarıyla görüşmeler yaptıkları hatta Adalet Divanı’na gitmeye karar verdikleri haberi çıkıyor.
Bu haberin Türkçesi, “Türkiye büyük olasılıkla her alanda içinde bulunduğu olumsuz koşullar ve yalnızlık nedeniyle dış baskılara en açık olduğu dönemde, yakın tarihte belki de hiç olmadığı kadar güçlü Yunanistan ile görüşmelere oturarak, bugüne kadar verdiği ödünlere yenilerini ekleyecek ve belki de varılacak antlaşmayı, Türkiye’de kamuoyuna kabul ettirebilmek için, İngiltere ile Fransa’nın, “Kanal Adaları” anlaşmazlığında yaptıkları gibi, Adalet Divanı’na sunup, sanki Divan karar vermiş gibi açıklayacak. Eh ne de olsa şeriatın kestiği parmak acımaz!
Gel de 1970’lerin, Yunanistan’ı Bern Anlaşması’na razı eden Türkiye’sini arama.
Türkiye ile Yunanistan, 1974-76 yıllarında, Ege kıta sahanlığı anlaşmazlığı nedeniyle karşı karşıya gelmişlerdi. Ege adalarının askersizleştirilmesi, karasuları, ekonomik bölge ve hava sahası gibi yönleri de olan bu görüşmelerde Türkiye’yi, Mülkiye’den hocam, Prof. Dr. Suat Bilge başkanlığında bir heyet temsil ediyordu. Bendeniz de Dışişlerinde, Deniz Hukuku Konferansı, kıta sahanlığı konularına bakan şube müdürü idim.
Yunanistan ciddi müzakereye yanaşmıyor, anlaşmazlığın doğrudan Uluslararası Adalet Divanı’na götürülmesini istiyordu. Amacı açıktı. Kıbrıs’ta sıkı bir tokat yemiş, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesine engel olmadığı savıyla NATO’nun askeri kanadından çıkmış -12 Eylül 1980 darbesinden sonra, Evren’in Türkiye’nin vetosunu kaldırmasıyla ünlü Rogers Planı çerçevesinde geri dönecektir- henüz AB üyesi olmayan Yunanistan’ın, Türkiye’ye isteklerini kabul ettirecek gücü yoktu. O nedenle müzakereden kaçıyor ve Adalet Divanı’na sığınıyordu. Divan’dan istediği gibi bir karar çıkartabileceğini düşünüyordu. Çok da haksız sayılmazdı. O yıllarda Adalet Divanı konusunda bir araştırma yapmış ve Divan yargıçlarının, özellikle büyük devletlerin isteği ve yönlendirmesi doğrultusunda kararlar verbildiklerini öğrenmiştik. Kaldı ki Adalet Divanı’na da, “bütün düşmanlarımı cezalandırın. Bütün alacaklarımı tahsil edin.” diye gidilemiyordu. İlgili ülkelerin önce aralarında görüşüp, bir “tahkimname” hazırlamaları, anlaşmazlığın ne ölçüde ve hangi yönlerinin Divan’a götürüleceği üzerinde anlaşmaya varmaları gerekiyordu. Yunanistan buna bile yanaşmıyordu.
Bunca lafı neden ettim? Ülkeler müzakere masasına en güçlü oldukları dönemde ve ellerindeki kozlar güçlü olduğunda otururlar. Yunanistan o tarihte bu gücünün olmadığını biliyor ve görüşme masasından kaçıyordu. Peki bugün durum nedir?
ABD, Yunanistan’ı büyük bir askeri üs haline getirdi. O kadar ki antlaşmalarla askersizleştirilmiş Ege adalarında, özellikle de Türkiye’nin burnunun dibindeki 12 Adalar’da ABD askerleri, askeri araçları, silahları var. ABD Güney Kıbrıs’a uyguladığı silah ambargosunu kaldırdı. Güney Kıbrıs ile askeri işbirliği yapıyor.
Yunanistan artık AB üyesidir. Güney Kıbrıs da. Hemen her zaman Yunanistan’ın en büyük destekçilerinden Fransa son yıllarda Yunanistan’a, rüyasında görse “hayırdır inşallah” diyeceği kadar silah, özellikle savaş uçağı sattı. ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin karşısında, Yunanistan ile Güney Kıbrıs’ın yanında saf tutmuş durumdalar. Gün geçmiyor ki bu ülkeler Türkiye’ye, “Doğu Akdeniz’de gerginliği azalt. Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın haklarına (!) saygı göster.” demesinler. Türkiye ile Yunanistan’ın yeniden müzakere masasına oturmalarını destekleyen iki önemli aktörden bir olduğu söylenen Almanya da aynı ağızla konuşuyor.
Bir de Türkiye yönüne bakalım.
Türkiye’nin ABD ile ilişkileri, en hafif değimle, “şeker renk.”
NATO’da, daha Vilnius’a kadar, ittifakı baltalayan ülke konumundaydık.
Erdoğan’ın ne anlama geldiğini, uluslararası ilişkilerde azıcık bilgisi ve deneyimi olan benim bile anlamadığım, Batı ve AB açılımı söylemine bakmayın. Bugünkü, demokrasi, insan hak ve özgürlükleri, hukuk devleti vb. AB kıstaslarına göre bulunduğumuz yer dikkate alındığında, AB ile ilişkilerimizin, hiç değilse çatışma ortamından çıkabilmesi bile hayal ötesi bir beklenti.
Ekonomimizin durumunu açmaya bile cesaret edemiyorum. Üç kuruş için Arap ülkelerinin kapılarından ayrılmadığımız bir yana, artık nasıl bir para sıkıntısı içindeysek, İstanbul’un göbeğine cam gecekondu oturtan Arabın bugünkü yargının bile yıkılmasına karar verdiği kaçak binasını korumak için bir gecede Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkıyor ve bina çevik kuvvet kordonuna alınıp, Belediye görevlilerinin yıkım yapmaları engelleniyor!
Koşullar böyleyken, tam da bu sırada Türkiye ile Yunanistan, aralarındaki egemenlik sorunlarını -kara ve deniz alanları sınırları egemenlik sorunudur. Egemenlik sorunları, çözümü en zor sorunlardır- çözmek için ABD ve Almanya’nın çabalarıyla görüşmeler yaptıkları hatta Adalet Divanı’na gitmeye karar verdikleri haberi çıkıyor.
Bu haberin Türkçesi, “Türkiye büyük olasılıkla her alanda içinde bulunduğu olumsuz koşullar ve yalnızlık nedeniyle dış baskılara en açık olduğu dönemde, yakın tarihte belki de hiç olmadığı kadar güçlü Yunanistan ile görüşmelere oturarak, bugüne kadar verdiği ödünlere yenilerini ekleyecek ve belki de varılacak antlaşmayı, Türkiye’de kamuoyuna kabul ettirebilmek için, İngiltere ile Fransa’nın, “Kanal Adaları” anlaşmazlığında yaptıkları gibi, Adalet Divanı’na sunup, sanki Divan karar vermiş gibi açıklayacak. Eh ne de olsa şeriatın kestiği parmak acımaz!
Gel de 1970’lerin, Yunanistan’ı Bern Anlaşması’na razı eden Türkiye’sini arama.