End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
Hayattaki ilk isyanın, yaşama ve yaşama ne şekilde karşılık vereceğinin cevabıdır.
Altın nerede? Filmin özü bu, ama hangi altın? Hangi altını, hayatınız boyunca arıyorsunuz; bazen yoldan çıkıp ya da mecbur bırakılıp aradığınız altın, sadece maddiyatla ölçülebilen mi yoksa sizin kendi potansiyeliniz içinde adeta bir güneş gibi etrafı aydınlatabilme gücünüz mü? Hangisi sizin ki?
FATİH AKIN’ın OLGUNLUK FİLMİ
Zaman 2004 yılını gösterdiğinde, sinema endüstrisi için “Duvara Karşı” filmi ile farklı olduğunu, farkındalık kapısı ile aralayan, Yönetmen Fatih Akın, için kimilerine göre Türk olması gurur kaynağı olduğundan, adeta bir havai fişekti. 2007 yılında, Yaşamın Kıyısında. 2009, Aşka, Ruhunu Kat, deyip de bir durduğunda, çoğunluk; nerede, bu kadar mı, dese de o bulunduğu sokağın tüm dinamitlerini o kadar iyi ezberlemiş, tabir yerinde ise yalayıp yutmuştu ki tarihler, uzun bir aradan sonra 2016’yı gösterdiğinde, Elveda Berlin ile artık büyüdüğünü, eserleri içinde farklılaşan anlatım dilinde, daha da farklı olacağının, zaten yaşamı boyunca sadece kendi ile yarışan bir yönetmen yolu çizdiğinin sinyalini çakmıştı. Ve son filminde de yine Nuri Şekerci ile yapımcılığı üstlendiği 2017 yılı, Paramparça, illegal işler, aşk ve hapishanede evlilik, ne değişik dünyalar derken; esas bombayı hâla çoğu kimsenin tam olarak anlayamadığı, arada kaynadığını düşündüğüm, 2019 yapımı, Altın Eldiven, filmi ile yaptı ki bana göre en iyi Fatih Akın filmi. Zorları seven Fatih Akın, 2022 yapımı son filmi, Ren Altını (RheinGold), için “ Kendisini en zorlayan film olarak tanımlıyor.”
Almanya, Hollanda ve İtalya ortak yapım filmi 138 dakikada, Kürt-Alman Rapçi Giwar Hajabi’nin otobiyografik romanından senaryolaştırılmış.
YA HEP YA HİÇ
Evet, Giwar Hajabi’nin Irak-İran savaşı, Humeyni baskısı, darbeler, hapishaneler ve yaşanamamış, yaşattırılmamış, hayatların Ortadoğu coğrafyasında, “Kader” diye dayatılan, düzenin perdesini açarak başlıyor. Orkestra ve konser sırasında gericiler tarafından basılan, kadın sesinin yasak olduğu, kadının evde oturması gereken, müziğin sadece eğlence ve ancak pavyonlarda olabileceğini, baskı ve silahla anlatan otorite altında, iki müzisyen anne ve babanın, mağarada, bombalar altında doğan ve 80’lerin sonunda daha iyi bir yaşam için Almanya, mecbruri istikamet gettolar, sokak çeteleşmelerinde dayağa dayakla karşılık vermek için aldığı derste, hocasının taktığı ad ile “ Xatar” yani Kürtçe, tehlikeli, bir başrol oyuncusunun gencecik ve özünde naif karakterli yaşamına bir perde.
Bu kadar naif yapıda, duyarlı, farkındalıklı G’nin, yani Xatar’ın öyküsü, aslında senaryosunu da üstelendiği, Fatih Akın’ın, izleyiciye birkaç pencere üzerinde sadece dünyada yaşarken değil ilk önce ailelerimiz içerisinde de nasıl ilk tımarlarımızı yediğimizi de sunmakta. Haliyle bir zümre tarafından artık birçok noktayı aşmış, hapishanelerde geçen bir yaşam çoğunlukla olsa da saygın bir müzisyen babanın evladı olmak, biraz da o gölgenin altında ezilmeyi fiziksel olarak sağlıyor. Babanın ruh haline göre değişebilecek kaderi, yönetmen ustaca aktarıyor. Baba-Anne ilişkini, annenin verginliğine, piyano tuşlarından, aldığı piyano dersinin parasını verebilmek için temizlik yapmak zorunda kalan annenin narin ellerine bağlayan; aslında müzisyen annenin, Ortadoğu coğrafyasında, kadınların, neden hep güçlü olmak zorunda bırakıldığı ile besliyor. Hepsi bir bütünün parçaları.
Her zaman öncelikle kötü işleri, toplumdan ayrıştırılmış, sistemin ötekilerine yaptıran düzen sarmalında Yönetmen, Fatih Akın, filmin başında açtığı mülteci bırakılma zorunluluğunun, ne şekilde işlediğini, hapishane de bile, ister bir koğuşta, ister bir kamyonun arkasında, adeta hayvan gibi yükletilmişsin ya da suça zorlanarak düşmüşsün, ama sınıfsal farklılıkların ne şekilde işlediğini göstermekte.
G’nin yani hayatın tehlikeli olmak zorunda bıraktığı, Xatar’ı, çocukluk, ergenlik ve olgunluk olarak farklı cast üstlenmiş ama gerçek Xatar’ı, aynı zamanda müzisyen, Emilio Sakala, canlandırıyor. Ne güzel bir samimiyet, içtenlik.
Gettolardan, müzik listelerine, genelevlerden rap kadın solist bulmaktan, sıvı kokaine, hapishane de beste yapmaya ve aynı zamanda çocukluk aşkı, Şirin’e karşı içinde ki tüm naifliği ile romantik tehlikeliyi, mahalle çetelerinde, gülümseyen yüze, bize önce bir insanın yolculuğunu anlatıyor. Filmin bazı yerlerinde bana, ya hep ya hiç haliyle, aşka tutkusu, aşk ile yaptığı her işle ve birazda hapishanede film çekişi ile Yılmaz Güney’i de anımsattı. Tabi, İran, Azeri ve Türk edebiyatına konu olan tarihi “Şirin” ile bezemesi de ayrı bir bütünlük, özünde coğrafya üzerinde ki bilgelik ve derinliği sunmakta. Bir konser salonunun vestiyerinde, siyahî kökenli arkadaşı ile mesai nöbetindeki aşkı Şirin’le, buluşmaları ve konuşmadan birbirlerini anlamaları. Aşkın, en güzel halleri ve düğme değil eksik olan üç pulu, özel bir kutuda getiriveren, Bay. Tehlikeli’nin; duruşunu, karakterini ve özünü; renkli, umudun rengi pembeyi adeta bir nar tanesinin, o zarının altındaki şeffaf pembe rengi ile bağlamış, yönetmen ustaca.
Elbette olgunluk derken bir filmi çekmek demek, önce yaşamak demek. Böylesine sadece uçlarda yaşayan insanların yaşam öyküleri, hiç de kolay değil. Anlatılanlar; anlatılmayanlardan, anlatılamayanlardan az. Yine de Fatih Akın’ın, babasının vefatından sonra çektiği ve filmin sonunda babasına adadığı, Ren Altını, aslında bana kalırsa, bir evladın babasına yapabildiği, bir vefa borcu. Tıpkı, en iyisini yapmaya çalıştım, der gibi.
Tabi filmin içinde Türkiye hudutları içinde Arabesk dünyamızın temel taşlarını, 80’ler öncesinde oluşturan, Türkçe sözlere esin kaynağı olmuş müziklerin temsilcilerini arka fonda dinletmesi ve Müslüm Baba’nın, 1969 yapımı, Sevda Yüklü Kervanlar, yorumu ile taçlandırması, yine bir Fatih Akın farkı.
Ve kendi gençliğinde de muhtemelen etkisinde kaldığı kült yapımlardan Eşkıya (1996-Yavuz Turgul) filminin genç aktörü, Uğur Yücel’i, başköşeye bizim, Al Pacino’muz, dercesine oturtması da ayrı güzellik.
Görüntü Yönetmeni, Rainer Klausmann. Özgün Müzik, Ralf Kemper ile sarsmayacak ama artçıları ile düşünmenize sevk edecek, duyarlı, insana dair, kim bilir, kimlerin hayatlarının da tozunu alarak geçecek bir Fatih Akın filmi, 7 Temmuz vizyon girişi ile bizleri bekliyor.
Oyuncular: Emilio Sakraya, Mona Pirzad, Julia Goldberg, Sogol Faghani, Karim Güneş, Doğa Gürer, Samir Jebrelli, Hussein Eliraqui, Arman Kashani, Minu Köchermann.
Altın nerede? Filmin özü bu, ama hangi altın? Hangi altını, hayatınız boyunca arıyorsunuz; bazen yoldan çıkıp ya da mecbur bırakılıp aradığınız altın, sadece maddiyatla ölçülebilen mi yoksa sizin kendi potansiyeliniz içinde adeta bir güneş gibi etrafı aydınlatabilme gücünüz mü? Hangisi sizin ki?
FATİH AKIN’ın OLGUNLUK FİLMİ
Zaman 2004 yılını gösterdiğinde, sinema endüstrisi için “Duvara Karşı” filmi ile farklı olduğunu, farkındalık kapısı ile aralayan, Yönetmen Fatih Akın, için kimilerine göre Türk olması gurur kaynağı olduğundan, adeta bir havai fişekti. 2007 yılında, Yaşamın Kıyısında. 2009, Aşka, Ruhunu Kat, deyip de bir durduğunda, çoğunluk; nerede, bu kadar mı, dese de o bulunduğu sokağın tüm dinamitlerini o kadar iyi ezberlemiş, tabir yerinde ise yalayıp yutmuştu ki tarihler, uzun bir aradan sonra 2016’yı gösterdiğinde, Elveda Berlin ile artık büyüdüğünü, eserleri içinde farklılaşan anlatım dilinde, daha da farklı olacağının, zaten yaşamı boyunca sadece kendi ile yarışan bir yönetmen yolu çizdiğinin sinyalini çakmıştı. Ve son filminde de yine Nuri Şekerci ile yapımcılığı üstlendiği 2017 yılı, Paramparça, illegal işler, aşk ve hapishanede evlilik, ne değişik dünyalar derken; esas bombayı hâla çoğu kimsenin tam olarak anlayamadığı, arada kaynadığını düşündüğüm, 2019 yapımı, Altın Eldiven, filmi ile yaptı ki bana göre en iyi Fatih Akın filmi. Zorları seven Fatih Akın, 2022 yapımı son filmi, Ren Altını (RheinGold), için “ Kendisini en zorlayan film olarak tanımlıyor.”
Almanya, Hollanda ve İtalya ortak yapım filmi 138 dakikada, Kürt-Alman Rapçi Giwar Hajabi’nin otobiyografik romanından senaryolaştırılmış.
YA HEP YA HİÇ
Evet, Giwar Hajabi’nin Irak-İran savaşı, Humeyni baskısı, darbeler, hapishaneler ve yaşanamamış, yaşattırılmamış, hayatların Ortadoğu coğrafyasında, “Kader” diye dayatılan, düzenin perdesini açarak başlıyor. Orkestra ve konser sırasında gericiler tarafından basılan, kadın sesinin yasak olduğu, kadının evde oturması gereken, müziğin sadece eğlence ve ancak pavyonlarda olabileceğini, baskı ve silahla anlatan otorite altında, iki müzisyen anne ve babanın, mağarada, bombalar altında doğan ve 80’lerin sonunda daha iyi bir yaşam için Almanya, mecbruri istikamet gettolar, sokak çeteleşmelerinde dayağa dayakla karşılık vermek için aldığı derste, hocasının taktığı ad ile “ Xatar” yani Kürtçe, tehlikeli, bir başrol oyuncusunun gencecik ve özünde naif karakterli yaşamına bir perde.
Bu kadar naif yapıda, duyarlı, farkındalıklı G’nin, yani Xatar’ın öyküsü, aslında senaryosunu da üstelendiği, Fatih Akın’ın, izleyiciye birkaç pencere üzerinde sadece dünyada yaşarken değil ilk önce ailelerimiz içerisinde de nasıl ilk tımarlarımızı yediğimizi de sunmakta. Haliyle bir zümre tarafından artık birçok noktayı aşmış, hapishanelerde geçen bir yaşam çoğunlukla olsa da saygın bir müzisyen babanın evladı olmak, biraz da o gölgenin altında ezilmeyi fiziksel olarak sağlıyor. Babanın ruh haline göre değişebilecek kaderi, yönetmen ustaca aktarıyor. Baba-Anne ilişkini, annenin verginliğine, piyano tuşlarından, aldığı piyano dersinin parasını verebilmek için temizlik yapmak zorunda kalan annenin narin ellerine bağlayan; aslında müzisyen annenin, Ortadoğu coğrafyasında, kadınların, neden hep güçlü olmak zorunda bırakıldığı ile besliyor. Hepsi bir bütünün parçaları.
Her zaman öncelikle kötü işleri, toplumdan ayrıştırılmış, sistemin ötekilerine yaptıran düzen sarmalında Yönetmen, Fatih Akın, filmin başında açtığı mülteci bırakılma zorunluluğunun, ne şekilde işlediğini, hapishane de bile, ister bir koğuşta, ister bir kamyonun arkasında, adeta hayvan gibi yükletilmişsin ya da suça zorlanarak düşmüşsün, ama sınıfsal farklılıkların ne şekilde işlediğini göstermekte.
G’nin yani hayatın tehlikeli olmak zorunda bıraktığı, Xatar’ı, çocukluk, ergenlik ve olgunluk olarak farklı cast üstlenmiş ama gerçek Xatar’ı, aynı zamanda müzisyen, Emilio Sakala, canlandırıyor. Ne güzel bir samimiyet, içtenlik.
Gettolardan, müzik listelerine, genelevlerden rap kadın solist bulmaktan, sıvı kokaine, hapishane de beste yapmaya ve aynı zamanda çocukluk aşkı, Şirin’e karşı içinde ki tüm naifliği ile romantik tehlikeliyi, mahalle çetelerinde, gülümseyen yüze, bize önce bir insanın yolculuğunu anlatıyor. Filmin bazı yerlerinde bana, ya hep ya hiç haliyle, aşka tutkusu, aşk ile yaptığı her işle ve birazda hapishanede film çekişi ile Yılmaz Güney’i de anımsattı. Tabi, İran, Azeri ve Türk edebiyatına konu olan tarihi “Şirin” ile bezemesi de ayrı bir bütünlük, özünde coğrafya üzerinde ki bilgelik ve derinliği sunmakta. Bir konser salonunun vestiyerinde, siyahî kökenli arkadaşı ile mesai nöbetindeki aşkı Şirin’le, buluşmaları ve konuşmadan birbirlerini anlamaları. Aşkın, en güzel halleri ve düğme değil eksik olan üç pulu, özel bir kutuda getiriveren, Bay. Tehlikeli’nin; duruşunu, karakterini ve özünü; renkli, umudun rengi pembeyi adeta bir nar tanesinin, o zarının altındaki şeffaf pembe rengi ile bağlamış, yönetmen ustaca.
Elbette olgunluk derken bir filmi çekmek demek, önce yaşamak demek. Böylesine sadece uçlarda yaşayan insanların yaşam öyküleri, hiç de kolay değil. Anlatılanlar; anlatılmayanlardan, anlatılamayanlardan az. Yine de Fatih Akın’ın, babasının vefatından sonra çektiği ve filmin sonunda babasına adadığı, Ren Altını, aslında bana kalırsa, bir evladın babasına yapabildiği, bir vefa borcu. Tıpkı, en iyisini yapmaya çalıştım, der gibi.
Tabi filmin içinde Türkiye hudutları içinde Arabesk dünyamızın temel taşlarını, 80’ler öncesinde oluşturan, Türkçe sözlere esin kaynağı olmuş müziklerin temsilcilerini arka fonda dinletmesi ve Müslüm Baba’nın, 1969 yapımı, Sevda Yüklü Kervanlar, yorumu ile taçlandırması, yine bir Fatih Akın farkı.
Ve kendi gençliğinde de muhtemelen etkisinde kaldığı kült yapımlardan Eşkıya (1996-Yavuz Turgul) filminin genç aktörü, Uğur Yücel’i, başköşeye bizim, Al Pacino’muz, dercesine oturtması da ayrı güzellik.
Görüntü Yönetmeni, Rainer Klausmann. Özgün Müzik, Ralf Kemper ile sarsmayacak ama artçıları ile düşünmenize sevk edecek, duyarlı, insana dair, kim bilir, kimlerin hayatlarının da tozunu alarak geçecek bir Fatih Akın filmi, 7 Temmuz vizyon girişi ile bizleri bekliyor.
Oyuncular: Emilio Sakraya, Mona Pirzad, Julia Goldberg, Sogol Faghani, Karim Güneş, Doğa Gürer, Samir Jebrelli, Hussein Eliraqui, Arman Kashani, Minu Köchermann.