End
Üye
- Katılım
- 21 Ocak 2021
- Mesajlar
- 972
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 18
- Cinsiyet
- Medeni Hali
- Memleket
- 19 ÇORUM
- Takım
- Fenerbahçe
- Burç
- Kova
- Mesleği
- Muhasebe
İtibar:
Marbury ve Madison davası diye meşhur 1803 tarihli bir dava bugün ülkemizde yaşananların neden enteresan bulunduğuna dair ilk olaydır. 1800’de yapılan Amerikan seçimlerini kaybeden John Adams görevini seçimi kazanan Jefferson’a devretmeden önce 4 ay boyunca yargıda bazı atamalar yapmıştı. Ama acele ile yapılan atamaların bir kısmı Adalet Bakanlığı tarafından muhataplarına tebliğ edilememişti. Bu tebliğleri almayan yeni hakimlerden bir Marbury ve 3 arkadaşı tebligatlarının yapılması için Federal Yüksek Mahkemeye başvurdular. Bir önceki Adalet Bakanı Madison da kendisine ulaştırılan bu talebe mahkemenin karar vermesi gerektiğini söylemişti.
Yüce Mahkemenin o dönemki başkanı John Marshall ise bu davda 1803 yılı Şubat’ında verdiği kararla Anayasal Yargının yolunu açmıştı. Bu şekilde ilk defa yasaların anayasaya uygunluğu konusu mahkemece karara bağlanmış oldu. Marshall, Anayasal bir hakkın teslim edilmesinin gerekliliği üzerinden Marbury lehine karar verdi. Marbury’nin doğrudan başvuru hakkı konusu da bu mahkemede gündem oldu. 1789 da çıkan bir yasa bu başvuruyu engellese de Marshall bu yasanın da anayasaya aykırı olduğuna hükmetti.
Mahkemeler arasındaki yorum birliği konusu da 1816 yılındaki bir dava ile tesis edilmiştir. Bu davada Yüce Mahkeme, hukuka uygunluk denetimini son aşamada kendisinin yapabileceğini iddia eden Virginia Yüksek Mahkemesinin kararını bozmuş ve gerekçe olarak, "yorum oybirliğinin sağlanması" gerekliliğini, aksi takdirde, yasa birliğinin kalmayacağını öne sürmüştür.
Dikkat ederseniz bu olanların üzerinden 200 yıldan fazla zaman geçmiş, yani dünya anayasal yarı ile tanışalı 200 yıl olmuş, aslında orada da siyasi etkiler yaşanmış, her yerde ve her zaman da yaşanıyor kabul etmek gerekir ki ama bunun bir de sınırı olmalı.
Ben hukukçu değilim ve o nedenle de meselenin teknik boyutuna girmeyeceğim. Ama okur yazar sıradan bir vatandaş olarak bile durum bana da oldukça garip geldi. Şöyle söyleyeyim 40 yıl düşünsem bir yüksek mahkemenin, yüce divan makamındaki bir başka yüksek mahkemenin üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunacağı aklıma gelmezdi. Açıkçası bence bulunanlar hariç kimsenin aklının ucunda da geçmezdi.
Anayasa Mahkemesinin ya da bir başka mahkemenin kararlarını beğenmediğinizde yapmanız gerekenlerin yolu belli aslında. Zaten durumun vahim olduğunu fark edenlerin arasında AKP’lilerin de olması önemli. Mesela Eski Adalet Bakanı Abdülhamid Gül tarafından verilen tepki önemli. Ama Cumhurbaşkanı Danışmanı ve Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin yılmaz savunucusu Mehmet Uçum’un olayı tevil etmeye çalışması ilginç. Yasalar gayet açık, Anayasa Mahkemesi kararlarına uymak zorunludur. Uymamak zaten yeterince anayasaya aykırı bir eylem iken Anayasa Mahkemesini Anayasaya uymamakla itham ederek hakkında suç duyurusunda bulunmak nasıl bir eylemdir bilemiyorum. Bu eylem normalse mesela 2. MTV için anayasa aykırılık yoktur diyen AYM için araç sahipleri tarafından yapılabilecek bir eylem var mıdır, milyonlarca mağdur bu konuda bir suç duyurusu yapsalar bu makul ve meşru olur mu?
Neyse ben hukuka elimden geldiğince girmeden devam edeyim. Ortada bir devlet krizi var orası kesin ve bence çok uzun sürmeden çözülecektir. Ama olayın hemen ardından yapılan bazı yorumlar içinde bulunduğumuz durumun görünenin ötesinde olduğunu gösteriyor.
Özellikle Yargıtay’ın suç duyurusunda bulunan 3. Dairesinin üyelerinin MHP ye yakın olduğu şeklindeki yorumlar mesela, Anayasa Mahkemesi üyelerinin de bir tarikata yakın isimler olduğu şeklindeki yorumlar. Bu yorumlar doğru kabul edilecek olursa devlet krizinin boyutu bambaşka bir seviyede düşünülebilir. Doğru değilse de şuu vukuundan beterdir zaten.
21 yıllık kesintisiz bir iktidarda Yargıtay’ın da Anayasa Mahkemesinin de atamalarında siyasetin etkisi açıkça ortadayken, aynı irade tarafından görevlendirilen Hukukçuların! Arasındaki bu kavga oldukça enteresan şeylere işaret etmektedir. Yukarıda bahsettiğimiz MHP’li ve Tarikatçı hukukçular şeklindeki inanmak istemeyeceğimiz iddialar ile 2021 yılında MHP lideri Bahçeli’nin Anayasa Mahkemesi kapanmalıdır şeklindeki sözleri yan yana düşünüldüğünde olayın hukuki bir tarafı da kalmıyor, devlet ciddiyeti de. Umarım sadece abartılmış bir görüş ayrılığının sonucudur olup biten.
Yüce Mahkemenin o dönemki başkanı John Marshall ise bu davda 1803 yılı Şubat’ında verdiği kararla Anayasal Yargının yolunu açmıştı. Bu şekilde ilk defa yasaların anayasaya uygunluğu konusu mahkemece karara bağlanmış oldu. Marshall, Anayasal bir hakkın teslim edilmesinin gerekliliği üzerinden Marbury lehine karar verdi. Marbury’nin doğrudan başvuru hakkı konusu da bu mahkemede gündem oldu. 1789 da çıkan bir yasa bu başvuruyu engellese de Marshall bu yasanın da anayasaya aykırı olduğuna hükmetti.
Mahkemeler arasındaki yorum birliği konusu da 1816 yılındaki bir dava ile tesis edilmiştir. Bu davada Yüce Mahkeme, hukuka uygunluk denetimini son aşamada kendisinin yapabileceğini iddia eden Virginia Yüksek Mahkemesinin kararını bozmuş ve gerekçe olarak, "yorum oybirliğinin sağlanması" gerekliliğini, aksi takdirde, yasa birliğinin kalmayacağını öne sürmüştür.
Dikkat ederseniz bu olanların üzerinden 200 yıldan fazla zaman geçmiş, yani dünya anayasal yarı ile tanışalı 200 yıl olmuş, aslında orada da siyasi etkiler yaşanmış, her yerde ve her zaman da yaşanıyor kabul etmek gerekir ki ama bunun bir de sınırı olmalı.
Ben hukukçu değilim ve o nedenle de meselenin teknik boyutuna girmeyeceğim. Ama okur yazar sıradan bir vatandaş olarak bile durum bana da oldukça garip geldi. Şöyle söyleyeyim 40 yıl düşünsem bir yüksek mahkemenin, yüce divan makamındaki bir başka yüksek mahkemenin üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunacağı aklıma gelmezdi. Açıkçası bence bulunanlar hariç kimsenin aklının ucunda da geçmezdi.
Anayasa Mahkemesinin ya da bir başka mahkemenin kararlarını beğenmediğinizde yapmanız gerekenlerin yolu belli aslında. Zaten durumun vahim olduğunu fark edenlerin arasında AKP’lilerin de olması önemli. Mesela Eski Adalet Bakanı Abdülhamid Gül tarafından verilen tepki önemli. Ama Cumhurbaşkanı Danışmanı ve Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin yılmaz savunucusu Mehmet Uçum’un olayı tevil etmeye çalışması ilginç. Yasalar gayet açık, Anayasa Mahkemesi kararlarına uymak zorunludur. Uymamak zaten yeterince anayasaya aykırı bir eylem iken Anayasa Mahkemesini Anayasaya uymamakla itham ederek hakkında suç duyurusunda bulunmak nasıl bir eylemdir bilemiyorum. Bu eylem normalse mesela 2. MTV için anayasa aykırılık yoktur diyen AYM için araç sahipleri tarafından yapılabilecek bir eylem var mıdır, milyonlarca mağdur bu konuda bir suç duyurusu yapsalar bu makul ve meşru olur mu?
Neyse ben hukuka elimden geldiğince girmeden devam edeyim. Ortada bir devlet krizi var orası kesin ve bence çok uzun sürmeden çözülecektir. Ama olayın hemen ardından yapılan bazı yorumlar içinde bulunduğumuz durumun görünenin ötesinde olduğunu gösteriyor.
Özellikle Yargıtay’ın suç duyurusunda bulunan 3. Dairesinin üyelerinin MHP ye yakın olduğu şeklindeki yorumlar mesela, Anayasa Mahkemesi üyelerinin de bir tarikata yakın isimler olduğu şeklindeki yorumlar. Bu yorumlar doğru kabul edilecek olursa devlet krizinin boyutu bambaşka bir seviyede düşünülebilir. Doğru değilse de şuu vukuundan beterdir zaten.
21 yıllık kesintisiz bir iktidarda Yargıtay’ın da Anayasa Mahkemesinin de atamalarında siyasetin etkisi açıkça ortadayken, aynı irade tarafından görevlendirilen Hukukçuların! Arasındaki bu kavga oldukça enteresan şeylere işaret etmektedir. Yukarıda bahsettiğimiz MHP’li ve Tarikatçı hukukçular şeklindeki inanmak istemeyeceğimiz iddialar ile 2021 yılında MHP lideri Bahçeli’nin Anayasa Mahkemesi kapanmalıdır şeklindeki sözleri yan yana düşünüldüğünde olayın hukuki bir tarafı da kalmıyor, devlet ciddiyeti de. Umarım sadece abartılmış bir görüş ayrılığının sonucudur olup biten.